SDAM Seminer Etkinliği
SDAM Seminer Etkinliği
Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM) Diyarbakır Temsilciliğinde 29.10.2023 tarihinde Sn. Sidar ERGÜL’ün sunumuyla “THEODOR HERZL, SİYONİZM, ARZ-I MEV’UD, BALFOUR DEKLARASYONU, SYKES-PİCOT VE 1948…” konuları üzerine seminer gerçekleştirildi.
Küresel haydutluğu üstlenen ABD ile İngiltere’nin korumasında geliştirilen sinsi politikalar neticesinde BM’nin uluslararası hukuk paravanlığında Filistin topraklarında 14 Mayıs 1948 yılında işgalci siyonist İsrail’in kuruluşu ilan edilir.
İşgalci siyonist İsrail’in 1948 - 2023 yılları itibarıyla devam eden 75 yıllık işgal ve katliamlar sürecinin şu an ki son halkası, 7 Ekim Cumartesi gününden başlanarak devam eden Gazze’deki katliam saldırılarıdır.
Bu bağlamda Sn. ERGÜL, işgalci siyonist İsrail’in gerçekleştirdiği bu çağın Moğolist ve Haçlıvari barbarlığı üzerine söz konusu konuların çok da tafsilatına girmeden ama mevzunun ehemmiyeti hakkında ve anlaşılmasına kâfi derecede paylaşımlarda bulundu.
Konuların kronolojik ve senkronize bir şekilde ele alındığı sunumda, ilk etapta modern ve politik siyonizm’in kurucusu olan Theodor Herzl ele alındı.
1860 yılında Budapeşte’de doğan Herzl, Macar Yahudisi olarak avukatlık ve gazetecilik mesleklerini icra eder. İcra ettiği meslekler gereği Avrupa’da farklı şehirlerde yaşayarak gözlemlerde bulunur. Bu dönemlerde milliyetçilik ideolojisinin yaygınlık kazanmasının da etkisiyle Anti-semitik tutumların yansımaları belirgin şekilde görülür olur. Hristiyan Avrupa’da bu tutumun görülmesinde Yahudilerin “Hz. İsa’nın katilleri” olması, tahrik edici milliyetçi odakların tavrı ile Yahudilerin ekonomik sahadaki varlıklarının doğurduğu nefret etkili olur.
Bu gelişmeler, Herzl’da Yahudi milliyetçiliği ruhunu kamçıladığı gibi kışkırtıcı şekilde dağınık halde bulunan Yahudilerin bir araya getirilmesinin sağlanmasıyla bir siyonist Yahudi devletinin kurulması fikrini de tahkim etti. Bu amaç doğrultusunda Herzl’ın, (sonradan kitap olarak basılan) “Jewish State/Yahudi Devleti” adlı bir taslak metni hazırlayarak Londra’da bulunan Yahudi sermayedar Baron Lord Rothschild’e gönderdiği aktarıldı.
Yahudi devleti için Herzl’ın planı şudur: Fikri temellendirme, liderlik meselesi, parasal/finansal destek, kadro oluşturma ile uluslararası diplomatik desteğin oluşturulması ve toprağın belirlenmesidir. Bu doğrultuda fikri temellendirme için Yahudi milliyetçiliğini, arz-ı mev’udu ve seçilmiş ırk paranoyasını içeren “Siyonizm” merkeze alındı. Liderlik için kendisi kabul edildi. Parasal destek için, Rothschild gibi Avrupa’daki Yahudi sermayedar baronlar devreye girdi. Kadro ise 1897 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde düzenlenen Dünya Birinci Siyonist Kongresi ile sağlandı. Toprak olarak ise Siyonist Kongre’de Filistin topraklarının ele geçirilmesinin ve buraya yerleşmenin belirlendiği vurgulandı.
Siyonist Kongre’de gerçekleştirilen teşkilatlanmanın ardından faaliyetlerini hızlandıran Herzl, Müslüman Filistin topraklarını yöneten Osmanlı Devleti’nin başında bulunan Sultan II. Abdülhamid ile görüşmek ister. Bu amaçla defalarca girişimde bulunan Herzl, nihayetinde 1901’de Sultan Abdülhamid ile görüşmeyi başarır. Görüşmede Herzl, Sultan’a Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletlere olan borcunun yaklaşık %80’ine denk gelen 25 milyon altını ödemeyi buna karşılık ise Filistin’den kendilerine toprak parçasının verilmesini teklif eder. Ancak Sultan Abdülhamid şehid kanlarıyla sulanan, ilk kıble olan Mescid-i Aksâ’nın olduğu yerlerin satılık olmadığı inancıyla söz konusu teklifi reddeder. Bu girişimden eli boş dönen Herzl ve Siyonistler, Sultan’a karşı şiddetli düşmanlığa girişir. 1904’te Herzl ölse de Siyonist Teşkilatın hedefine ulaşmak için yoluna devam ettiğini belirtti.
Bu sürecin içinde Siyonist Teşkilatın Osmanlı Devleti içindeki bazı kliklerle yakın ilişkiler kurduğunun, İttihat-Terakki Cemiyeti içinde Masonlar üzerinden aktif yer alarak Sultan Abdülhamid’in 1909 yılında 31 Mart Darbesiyle yönetimden indirilmesinde rol aldıklarının altı çizildi. Siyonizm ve Siyonist Teşkilat bu eksende 31 Mart 1909 Darbesi, İttihat-Terakki’nin Osmanlı Hükümetini 1913 Bab-ı Âli Baskını’nda ele geçirmesi, I. Dünya Savaşı ve bu savaş içinde cereyan eden Sykes-Picot Anlaşması, Balfour Deklarasyonu ve II. Dünya Savaşı sonucunda ABD korumasında işgalci siyonist İsrail Devleti’ni ilan ile amacına ulaşır.
Siyonizm ve Arz-ı Mev’ud (Vadedilmiş Topraklar)
Siyonizm, Yahudi milliyetçiliğini, arz-ı mev’udu ve seçilmiş ırk paranoyasını içeren sapkın bir ideoloji ve pratiktir. Siyonizm, (Tanah, Talmud yani) muharref Tevrat’tan beslenen, Anti-semitizmden nemalanan teo-politik bir doktrin ve uygulamadır. Siyonizm, 1975 yılında BM tarafından da “ırkçılık” olarak kabul edilir.
Siyonizm, Arz-ı mev’ud (Tanrı tarafından Yahudilere bahşedildiğine inanılan (Siyon) Kudüs merkezli yerler) ideali ile özdeştir. Yahudilere göre bunun gerçekleşmesi Tanrı’nın bir emridir. Yahudiler, bunu muharref dini referanslarla temellendirmeye çalışır. Buna atıf olarak Tanah’taki şu ifadeleri gösterirler: “Tanrı, Mısır (yani Nil) ırmağından büyük ırmağa (yani Fırat’a) kadar olan sahayı, o bölgede yaşayanların (yani israiloğullarının) hâkimiyetine vermiştir.” [Tanah (Ahd-i Atik), Tekvin, XV,7-8, 18-21.]
Arz-ı mev’udu temel siyasetleri kabul eden işgalci siyonist İsrail’in ilk Başbakanı David Ben Gurion’un da buradan hareketle, “Yahudi halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin yerine getirmesi gereken bir başka haritası vardır: Nil’den Fırat’a kadar.” sözleriyle bunu bir daha ikrar ve ilan ettiği belirtildi.
Sapkın ırkçı teolojik referanslara dayalı Siyonizmle kurulan İsrail Devleti ve bu inançla ona bağlılık gösteren Yahudi toplumunun “seçilmiş ırk” paradigması, kendisi dışında tüm halkları öteki kılan ve köle olarak gören dayanağı yine muharref dini metinleridir. Buna binaen Yahudiliğin, “Sana kulluk etmeyen millet yok olacak”, “Milletlerin bütün soyları senin önünde secde kılacak…” (Mezmurlar, 22, 27-28) sözleri paylaşıldı.
Siyonizm, soykırımcı bir fikir ve inançtır. İsrail’in 75 yıllık işgalci varlığının pratikleri bunu fazlasıyla ispatlamaktadır. Bunun somut delillerinden olarak Yahudi soykırımcılığını adeta zevke taşıyan siyonist İsrail, Yahudi dini kaynaklarından Nevi’im’in Samuel kitabında kana susamış Yahudi Tanrısı Yehova diyor ki: “Şimdi git, Amalikalıları vur. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et. Hiçbir şeyi esirgeme. Kadın, erkek, çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.” (Eski Ahit, I. Samuel 15, 3.). Gazze’deki İslami Direniş Hareketi HAMAS’a karşı acziyet içinde kalan katliamcı İsrail’in Başbakanı Netanyahu, buradan dayanak alarak ekranlardan tüm dünyanın karşısında orduya Gazze’deki tüm insanların hunharca katledilmesi talimatı verdi.
Ergül, konuşmasının devamında, İsrail’in çok da güçlü olmadığını, özellikle ABD ve AB ülkelerindeki lobileri ve devletlerin içindeki ağları üzerinden etkin olduklarına değinildi. HAMAS’ın 30 bin kişi olduğu tahmin edilen ve çok sınırlı askeri imkânları olan mücahitler topluluğuna karşı işgalci İsrail’in mevcut ordusuna ek olarak 300 binden fazla yedek askeri göreve çağırması, kara harekâtına cesaret edememesi veya girişim denemelerinin fiyaskoyla sonuçlanmaları bunun kanıtlarından bazılarıdır olduğunu söyledi. Ayrıca konuyla ilişik olması babından “Kurtarıcı Mesih”in gelişiyle Kudüs başkentli Arz-ı mev’ud merkezli bir “Dünya Devleti” ideasının Siyon-Evanjelist (Tapınak Şövalyeleri, Mason Biraderler ve İlluminati) bileşkesinin hülyası olduğuna da dikkat çekildi. Akabinde konuya dair ABD Kongre üyelerinin de katıldığı Evanjelik bir toplantıda konuşan Evanjelist Mega Kilise kurucusu Papaz John Hagee’nin “Yahudiler, Tanrı’nın seçilmiş insanlarıdır. Kıyamete yakın Tanrı ne Washington’a ne Berlin’e inecek. Tanrı Kudüs’e inecek. İsrail’e yardımı keserseniz Tanrı da Amerika’ya yardımı kesecek” sözleri paylaşıldı.
14 Mayıs 1948 (Nakba/Felaket Günü)
14 Mayıs 1948, Filistin toprakları üzerinde işgalci İsrail’in bağımsızlık ilanıdır. Bu noktaya gelirken yol üzerindeki temel aşamalardan biri de 1914-1918 arasında vuku bulan Birinci Dünya Savaşı’dır. İttihat - Terakki’nin iktidarda olduğu dönemde Osmanlı Devleti bu savaşa, Padişah V. Mehmet Reşad ile Sadrazam Said Halim Paşa’nın bilgisi olmadan İttihat – Terakki’nin bir oldu-bitti oyunuyla sokulur. Neticesi ise büyük bir yenilgi ve yıkım olur. Bu yıkım halinden biri de İngiltere – Fransa arasında imzalanan ve Osmanlı topraklarının önemli bir bölümünün paylaşıldığı 16 Mayıs 1916 tarihli (gizli) Sykes-Picot Anlaşması’dır.
İngiliz yetkili Sir Mark Sykes ile Fransız yetkili Francois Georges Picot, Osmanlı’nın (günümüzdeki Ortadoğu) toprakları aralarında pay edildi. Böylece Sykes-Picot Anlaşması ile Osmanlı topraklarından Lübnan, Suriye ve Güney Anadolu’yu Fransa alırken Ürdün, Kuveyt, Irak’ı ise İngiltere aldı. Söz konusu Anlaşma’da Filistin toprakları için ise (İngiliz Manda yönetiminde) uluslararası bir rejim (yani savaş sonrası, İngiliz güdümünde kurulan Cemiyet-i Akvam) tarafından kontrol edileceğine karar verildiğini aktardı. Bu anlaşmanın savaşın bitimiyle uygulamaya konulmasıyla günümüz Ortadoğu’nun çerçevesinin çizildiğine, İsrail’in doğuşunu kolaylaştırdığına, böylece Filistin meselesi ve İsrail sorununu hazırladı.
Konuyla ilişkisi bağlamında Sir Sykes’ın torunu ile 2018’de yapılan bir mülakata değinen Sn. ERGÜL, Sykes’ın torununa sorulan Ortadoğu’nun durumuna dair şu cevabını aktardı: “İki sorumlu var: İsrail Devleti’nin kurulması ve Arapların hiçbir şey üzerinde anlaşamaması! Selahaddin Eyyubi gibi birleştirici bir lider çıkaramadılar.”
2 Kasım 1917 Balfour Deklarasyonu
1917’de, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Arthur Balfour, Yahudilerin liderlerinden ve siyonist öncülerden Baron Lord Rothschild’e, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulmasını öngören, Balfour Deklarasyonu olarak bilinen mektubu gönderir. Filistin’i işgal eden ve İsrail’in bağımsızlık ilan ettiği güne değin burada bulunan emperyalist İngiltere’nin himayesi ve kontrolündeki bu süreç, siyonist İsrail’in kurulmasının en önemli aşamalarından biri olur. Bu sürece dair, Rothschild ailesinin en yetkilisi Jacob Rothschild’ın, 2017 yılında verdiği mülakatı anımsatan ERGÜL, Jacob Rothschild’ın “Rothschild ailesinin İngiliz Hükümetine Filistin’de bir siyonist devletin kurulması talimatını verdiğini ve parasını ödediğini ve bu plana ulaşmak üç bin yıl sürdü” beyanına dikkati çekti.
Filistin’in elden çıkması, İngiliz işgali altında tamamen savunmasız ve korumasız kalan Filistin’deki Müslümanlar büyük zorluklar ve zulümlerle karşı karşıya kaldı. İngiltere’nin gözetiminde dünyanın çeşitli yerlerinden Yahudiler, Filistin’e yerleştirildi. Bu yolla zaman içinde Filistin’in demografik yapısı alt üst edildi. On binlerde olan Yahudi nüfus miktarı milyonları aşmaya başladı. Filistinli Müslümanların topraklarına hırsızca yerleştirilen Yahudiler, Haganah ve Irgun gibi terör örgütleri kurarak savunmasız Filistinli Müslümanlara yönelik şiddet eylemlerinin yürütüldü.
Tüm zor şartlara ve kimsesizliklerine rağmen Filistinli Müslümanlar grevlerle, protestolarla sivil ayaklanmalarla İngiltere’ye tepkilerini ortaya koyduklarını belirttikten sonra özellikle 1936’da başlayan ayaklanmanın İngiltere’yi ciddi etkilediğini bunun üzerine İngiliz Lord Peel tarafından 1937’de “Peel Taksim Planı” hazırlandığını, buna göre iki devletli bir teklif ve Kudüs’ün de İngiliz kontrolünde kalacağı ifade edildi. Filistinli Müslümanlar ise bu taksim planını reddetti. İngiltere’de o sırada bu öneriden vazgeçtiği belirtildi. Lakin kısa süre sonra İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile Avrupa’dan Filistin’e Yahudi göç istilası hızlandırılır ve savaş sonunda zayıflayan İngiltere, Ortadoğu’da kurulan emperyalist düzenin sürdürülmesi üzere görev devri ile vazifeyi ABD’ye bırakır.
1947’ye gelindiğinde ABD ve İngiltere üzerinden BM tarafından Kudüs’ün uluslararası bir rejim tarafından kontrol edildiğini, Filistin’in Arap ve Yahudi devletleri olarak ikiye bölünmesini öngören “BM Filistin’i Taksim Planı”, BM Genel Kurulu’na sunulur. 1947’de yapılan oylamada kabul edilir. Yahudiler de taksim planıyla alınan kararı uyguladılar ve 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan ettiler. Bunun üzerine hemen aynı gün Filistin’deki İngiliz mandası feshedilir. ABD, 11 dk sonra İsrail’i tanır. Söz konusu plan ve uygulama ise Filistinliler tarafından reddedilir ve siyonist İsrail’in devlet olarak ilanı hemen ardından (1948-49) Birinci Arap-İsrail Savaşı’nın yaşanmasına yol açar..
Konu başlıkların tematik anlatımı sonrası gündeme dair bazı ilavelerde bulunuldu. Bu anlamda Netanyahu’nun danışmanı Edy Cohen’in “Mursi, İsrail için bir tehlikeydi. Sisi tarafından darbeyle yok edilmeseydi, İsrail’in felaketi olabilirdi.” sözlerini paylaşarak Mısır’da Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve İhvan-ı Müslimin’e yapılan darbenin ne kadar stratejik bir düşman hamlesi olduğuna tekrar dikkat çekildi. Buna bağlı olarak fiziksel yönden tümden kuşatılmış olan HAMAS’ın Gazze’deki akılların idrakini azami zorlayan müdafaa ve mukavemetinin de ne derece değerli ve manidar olduğuna vurgu yapıldı.
İsrail’in ABD ve AB devletlerinin bölgedeki ileri karakolu olarak ele alındığını, Batı’nın İsrail’in kurulmasına destek ve imkân sağlayarak adeta içindeki pisliği büyük ölçüde temizlediğine temas edildi. Buna karşın İslam ülkelerinin ortasında, kadim jeo-politik, ekonomik ve enerji kaynaklarının göbeğinde kördüğüm misali bir musibet olarak siyonist İsrail’in peydah edilmesinin de Batı için bölge üzerinde müdahale, oyun kurma, zayıf düşürme, bağımlı kılma gibi nice hedeflerine hizmet ettiği yansıtıldı.
HAMAS hareketinin; İsrail’in terörünün ve işgalinin, 75 yıllık zulmüne karşı diriliş ve direniş vakıası olduğuna, inançsal gerekliliğin ve tarihin bir tezahürü olduğu vurgulandı. Buna paralel Filistin-Gazze’de HAMAS örnekliği ile mücessemleşen mücadelenin uzun soluklu olduğunun unutulmaması gerektiği belirtildi. Bu bağlamda Kudüs’ün, 15 Temmuz 1099 yılında Avrupalı Haçlılar tarafından katliamlar ile işgalinin 4 Temmuz 1187 yılında Selâhaddin-i Eyyûbî ile bitirilmesinin 88 yıl sonra gerçekleştiği hatırlatıldı. Ancak mücadelelerin ve neticelerinin takvimsel bir belirlenmişliğinin insan akl-ı nazarında bilinemeyeceği, buna binaen inancında samimi, gönüldaş Müslümanların imanları gereği asla umutsuzluk hastalığına müptela olamayacaklarının altı çizildi. Bu sebeple öğrenilmiş çaresizlik psikolojisinin öldürülmesi gerektiği -ki HAMAS direnişinin bunu ortaya koyduğu- ve artan dünyevileşme, zevkçilik, bilinçsizlikle mücadele edilmesi gerektiği, buna karşın inanç ve ırksal ayrım olmaksızın vicdanların harekete geçilmesini, bu yönde ses verenlerin önemsenmesi ve desteklenmesinin gerekliliği ve insani olduğu vurgulandı.