Bilginin Efendisi Olmak İçin Analiz Edilmiş Bilginin Kaynağı Bir Kurum: SDAM
27.04.2016
Yeni dünyada, Müslümanlar olarak bilgi ile ilişkimizi yeniden düzenlenmemiz gerekiyor.
Eğer bilgi ile ilişkimizi yeniden düzenlemezsek, bilgi bizim için bir işgal aletine dönüşüyor. Bizi bizden alıp kendisi için bir köle haline getiriyor.
Bilginin Efendisi Olmak İçin Analiz Edilmiş Bilginin Kaynağı Bir Kurum: SDAM
Röportaj: İnzar Dergisi – Aralık 2015 (35. Sayı)
“Yenidünyada, Müslümanlar olarak bilgi ile ilişkimizi yeniden düzenlenmemiz gerekiyor. Eğer bilgi ile ilişkimizi yeniden düzenlemezsek bilgi bizim için bir işgal aletine dönüşüyor. Bizi bizden alıp kendisi için bir köle haline getiriyor.” diyen Abdulkadir Turan ile Stratejik Düşünce ve Analiz Merkezi'ni (SDAM) konuştuk.
SDAM'ın kurucularından olan Turan, kurum olarak, toplum için güvenilir bir kurumsallaşmış bilginin kaynağı olmanın yanında toplumun dışarıdan aldığı bilgiyi toplum için yeniden tarif etme gibi bir misyonlarının da olduğunu ifade ediyor.
SDAM ve düşünce kuruluşları üzerine Abdulkadir Turan ile yaptığımız röportaj; maruz kaldığımız bilgi bombardımanının, eğer analiz edilmez ve kontrol altına alınmazsa nasıl da bir tehdide dönüşebileceğine açıklık getiriyor. Sizleri yaptığımız röportajla baş başa bırakırken, yazıyı alıcı bir gözle okumanızı tavsiye ediyoruz.
Hocam sorulara geçmeden önce SDAM (Stratejik Düşünce ve Analiz Merkezi)'ın bereketli bir kurum olacağına inanıyor ve Allah'tan bu konuda sizlere muvaffakiyetler nasip etmesini diliyorum.
Hocam önce kuruluşunuzun da aynı kategoride sayıldığı kurumları tanımakla başlayalım. Düşünce kuruluşu nedir? Dünyada ve Türkiye'de gelişimi nasıl olmuştur?
Öncelikle kurumumuzu tanımaya yönelik böyle bir söyleşi yaptığınız için teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. İnşaallah bu söyleşinizle okuyucularınız kurumumuzu tanımış olurlar ve inşaallah kurum hepimiz için hayırlı olur.
Sorunuza gelecek olursak;
Düşünce kuruluşları, düşünsel ve stratejik araştırmalar yapan kurumlardır. Bir yönleri bilgiye bakar, bir yönleri düşünceye bakar. Bilgi toplar, bilgi depolar, bu bilgiyi analiz eder, güncel bilgileri tarihsel bilgilerle ilişkilendirip bunu düşünceye dönüştürür ve paylaşırlar.
Asıl işlevleri bilginin toplum için düşünceye dönüştürülmesidir, diyebilir miyiz?
Bilginin toplum için dizayn edilmesi diyebiliriz biz buna… Bilginin bir amaç doğrultusunda düzenlenmesi, organize edilmesi, teşkilatlandırılması ve bununla beraber bunun düşünceye dönüştürülmesi…
Asıl işlev, burada bilgi toplayıp toplanan bilgiyi analiz etmektir; toplum tarafından anlaşılabilir ve kullanılabilir hale getirmektir.
Bazen bir üniversite çatısı altında, bazen bir dernek çatısı altında, bazen bir vakıf çatısı altında oluşturulan ama temel işlevi bu olan kurumlardır düşünce ve strateji kurumları.
Bugünkü anlamda düşünce kuruluşlarının doğuş noktası Amerika'dır. Bunlar 20. yüzyılın başında Amerika'da “akılcı yönetim” şeklinin egemen olduğu dönemde 1901-1917 yılları arasında ortaya çıkmışlardır.
Gaye burada bilim adamlarının, uzmanların, siyasetçilerin fikrî üretimlerinin bir araya getirilerek bunlardan hem yönetime hem halka istifade edilebilir neticeler oluşturmaktır. O dönemde bunlar, bu amaçla kurulmuştur. Amerika'da 1920'li yıllardan sonra gittikçe yaygınlaşmış, 1950'li yıllara geldiğimizde artık Amerikan siyasi hayatının vazgeçilmezi haline gelmiştir.
Daha önce, 19. yüzyılda, Avrupa'da buna benzer, özellikle Fransa'da felsefe evleri, coğrafya dernekleri, sosyoloji kulüpleri kurulmuş. Esasen bizim düşünce kurumu dediğimiz, Fransa'daki o felsefe evleri, sosyoloji kulüpleri ve coğrafya derneklerinin buluşmasından, hepsinin bir araya gelmesinden ortaya çıkan yeni bir tür postmodern yapıdır. İş sahası geniş, çok yönlü bir yapı…
İslam âlemi bu konuya uzun süre ilgisiz kalmış. Örneğin Türkiye'de ancak 90'lı yıllara geldiğimizde biz bu tür kurumlarla karşılaşıyoruz. Daha çok resmi kurumlarla ilişkili, hükümetle yakın bağ içinde olan, belki bir kısmı Avrupa kurumlarıyla, uluslararası kurumlarla bağ içinde olan kurumlar oluşturulmuş. Bazen bunlara vakıf denmiş, bazen enstitü adı verilmiş, bazen düşünce merkezi adı verilmiş…
Ama genelde Amerika ve Avrupa'nın bu konuda doyuma ulaştığını, bu yüzden oralarda artık bu tür yeni kurumların açılmadığını, buna karşılık İslam âleminde bu konuda hızlı bir üretimin olduğunu, hem Türkiye'de, hem Endonezya, Malezya gibi ülkelerde çok sayıda düşünce kuruluşunun açıldığını biliyoruz.
Şu sıkıntımız var. Biz özellikle 18. 19. yüzyılda bilgiden kopmuşuz. Teşkilatlanmış bilgidense tamamen kopmuşuz. Yani siz 19. yüzyılın başında bir İstanbul aydınından “Orta Afrika Müslümanları ne yapıyor?” sorusuna kolay kolay cevap alamazdınız. Aldığımız bilgilerin tamamına yakını ise Hac üzerinden elde edilmiş. Kâbe'yi ziyaret üzerinden alınmış. Oraya gelen Müslümanlardan bu bilgiler sözlü olarak toplanmış. Ancak bizim Ka'be çevresinden elde edilen bilgileri toplayan ve toplumla paylaşan, böylece Fransa ile şiddetli bir savaş içinde olan Afrika Müslümanlarının durumlarını dünyaya duyuracak bir kurumumuz yoktur. 20. yüzyılın başında bile Hindistan'daki Müslümanlar, Anadolu'daki savaşı İngiliz basınından duyuyordular. Biz de Afrika'daki savaşı Fransız basınından duyuyorduk. Savaştaki gelişmeleri, bizzat bize karşı savaşanlardan öğreniyorduk. Bizim, İslam âlemi olarak bu şekilde bir bilgi havuzumuz ve bilgi işleme enstitümüz yoktu.
Bu yüzden biz Müslümanlar birbirimize ulaşamamışız. Birbirimizle iletişim kuramamışız, birbirimize yardımcı olamamışız. Bazen düşman bildiklerimiz dost, dost bildiklerimiz düşman çıkmış. Biz, 20. yüzyılın başında çıkan dergilere baktığımızda bunu çok açık seçik görebiliyoruz. Bugün dahi ta Afrika'daki, Hindistan'daki, Güney Asya'daki 19. yüzyıldaki hareketlerle ilgili bilgileri ne yazık ki yine Fransızların ve İngilizlerin kurdukları dernek ve vakıflardan, bilgi kurumlarından alıyoruz.
Ama şimdi İslam dünyasında bir değişim var. Bilgiyi toplama merakı var. Bilgiyi analiz etme isteği var. Bunun zamanla gelişeceğini düşünüyorum.
İslam dini “oku” emri ile başlamış, aynı emirle birlikte yüce Allah kalemden söz ediyor. Bilgiyle bizim ilgilenmemiz gerekiyordu. Bizden öncekilerde hem Emeviler hem Abbasiler döneminde bilgi çok önemsenmiş. Fakat bir süre sonra biz bilgiden kopmuşuz. Dolayısıyla bu tür kurumlar bizde oluşmamış. Batı'da oluşmuş, Amerika'da gelişmiştir. Başlangıç noktası biziz ama biz gittikçe kurumsallıktan uzaklaşıp tükenmişiz. Onlar bizden almışlar, gittikçe kurumsal bir yapıya bürünmüşler.
Hocam belki araya giriyorum ama bizim, bu konuda Avrupalıları ya da Amerikalıları yakalama şansımız var mı?
Türkiye'de özellikle 2000 yılından sonra bu tür kurumlar hızla yaygınlaşmaya başladı. Çünkü bu tür kurumların çalışma ortamı bilgi toplama ve düşünce özgürlüğü ile doğrudan ilişkilidir. Eğer bilgi toplama özgürlüğünüz yoksa siz bu kurumları oluşturamazsınız. Düşünce özgürlüğü yoksa bu tür kurumlar işlevsel hale gelmez. Diktatörler tarafından, krallar tarafından yönetilen bir İslam âleminde bu tür kurumların boy atması düşünülemez.
20. yüzyıldan önce Müslümanlar zihnen dağıldıkları için bu tür kurumları oluşturamamışlar, 20. yüzyılda İslam âlemi diktatörlerin, zalim kralların yönetiminde olduğu için bu tür kurumları meydana getirememiş.
Türkiye'de 2000'li yıllardan sonra bu tür kurumlar hızla artmaya başladı. Bugün muhtemelen elliye yakın bu işi yapan, kimisi aktif kimisi değil bu işi yapan, kurum vardır.
Şimdi biz bu konuda Batıyı yakalar mıyız?
Biz, bilgi toplama konuları açısından Batı'dan daha uzun bir geçmişe sahibiz.
Batı, büyük atılımını iki yüz yılda yaptı. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılda… 1950'li yıllara kadar tamamladı kendi gelişimini…
Biz geçmişimize dayanarak bugünkü iletişim koşullarında bu konuda Batı'nın önüne geçebiliriz. Kısa bir sürede geçebiliriz. İslam âleminde son dönemde kimi televizyon kanallarının Batılı kanallarla yarışabilir hale gelmesi bu mesele ile doğrudan ilgilidir. Müslümanlar onu yapabildiklerine göre rahatlıkla bunu da yapabilirler. Ama bu tür kurumların çalışma koşulları önemlidir. Burada koşul, verimli bir özgürlük ortamıdır. Özgürlüğün önündeki engel ise krallar ve diktatörlerdir.
Daha bizim konuşmadığımız nice sorunumuz var. Daha bir araya getirmediğimiz nice bilgimiz var. Dolayısıyla çok velüd, çok üretken bir ortamdayız. Biz uğraşırsak, geçmişimiz ve bugünümüzü doğru dürüst bir araya getirebilirsek, güncel bilgiyi tarihsel bilgi ile ilişkilendirebilirsek inanıyorum ki çok kısa bir süre içinde Batıyı yakalarız; biz, Batı'ya bilgi ihraç etmeye başlarız. İnsanlığın efendisi, imamı, iktidarı olmak için bilginin efendisi olmak önemlidir. İnanıyorum ki bu efendiliği kısa sürede ele geçirebiliriz.
Düşünce kuruluşlarının geçmişte örnekleri var mıdır?
Düşünce kuruluşlarının görevini geçmişte daha çok şahıslar yapmıştır. Özel olarak düşünce kuruluşu diye kuruluşlar açılmamış. Çin'de örnekleri var mıdır? Araştırılmaya değerdir. Ama İslam âleminde bir Dar'ul-Hikme vardır. Abbasiler tarafından inşa edilen bir kurum... Ama bu düşünce kuruluşlarına, denk gelir mi? Açıkçası bilemiyorum. Dar'ul-Hikme, daha çok bir bilimsel enstitü konumundadır. Ama şunu biliyoruz ki bu işi yapan şahıslar vardır. Mesela Büyük Selçuklularda Nizamü'l-Mülk şüphesiz bir strateji ve düşünce adamıydı. Bunlar siyasetname diye eserler vermişler. Yine Şeyh İdris-i Bitlisî onlardan biriydi. Selahaddin-i Eyyübî'nin danışmanları Kadı Fadıl ve İbn-i Şeddad bu şahıslardandılar, bu işi yapıyorlardı.
Hocam bu kuruluşları dünya genelinde ele alacak olursak, ne tür işler yapıyorlar? Ayrıca şunu da ekleyelim hocam; bu kuruluşların görev şekillerinde herhangi bir değişiklik oldu mu? Yani kuruluşlarından bugüne görev portföylerinde değişiklikler meydana gelmiş midir? Gelmişse ne gibi değişikliklerdir bunlar?
Temelde, aynı işleri görüyorlar. Bu dediğimiz gibi bilginin derlenmesi, analiz edilmesi, işlevsel hale getirilmesi, ilim/bilim ile yaşam arasında bir köprü görevi görmek. Entelektüel bir girişimci olarak farklı ve yenilikçi bir fikir sunabilmek, özgün gündem oluşturmak, başkasının aklına gelmeyeni bulup işlemek ve duyurmak... Bunların görevi bir tür öğrencisiz üniversite işlevi görmek… Kimi kurum ve kuruluşlar adına araştırmalar yapmak, hükümetlere önerilerde bulunmak, dış politikada yeni düşünceler ve alternatifler üretmek, hükümetler için uzman yetiştirmek, üst düzey tartışma ortamları meydana getirmek. İlgili ülke vatandaşlarını dünyadaki ve ülkedeki gelişmeler hakkında bilgilendirmek. Yer yer arabuluculuk görevi üstlenmek, toplumu fikirle buluşturmak, farklılıklar arasında bağ kurmak, üretilen politikaları içerde ve dışarıda etkin hale getirmek... İş alanları budur.