İletişim Bilgileri     Arama

Yeni Türkiye'nin İnşasında Kritik Bir Dönemeç: 16 Nisan Referandumu

  • Anasayfa
  • Analiz
  • Yeni Türkiye'nin İnşasında Kritik Bir Dönemeç: 16 Nisan Referandumu
Yeni Türkiye'nin İnşasında Kritik Bir Dönemeç: 16 Nisan Referandumu

Yeni Türkiye'nin İnşasında Kritik Bir Dönemeç: 16 Nisan Referandumu

Yaklaşık bir buçuk aylık yoğun kampanyaların ardından önemli sistem değişikliklerini içeren referandum süreci nihayete erdi. Gerek değişikliklerin bulunduğu paketin hazırlanması ve Meclis'ten onay alma süreci gerekse kampanya dönemi ve ortaya çıkan sonuçlar açısından, 16 Nisan referandumunun Türkiye tarihinin en kritik evrelerinden biri olduğu söylenebilir. Zira sandıktan çıkan “Evet” oylarıyla yaklaşık 200 yıldır ilk kez Batı ve onun içerideki uzantıları olan bürokratik oligarşinin onayı alınmadan -hatta onlara rağmen- köklü bir sistem değişikliği gerçekleşmiş oldu.

 

Değişiklik Paketinin Halk Oylamasına Sunulması Süreci

“Partili Cumhurbaşkanlığı” sistemini öngören değişiklik paketinin hazırlık sürecinde, Türkiye sosyolojisinin yaklaşık %65-70'ine tekabül eden muhafazakâr-milliyetçi kesimlerin siyasi arenadaki önde gelen iki kurumsal temsilcisi AK Parti ve MHP arasında yaşanan ittifak, paketin Meclis'ten geçip halk oylamasına sunulmasının önünü açtı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından gündeme getirilen ve ilk etapta “Başkanlık sistemi” olarak adlandırılan sistem değişikliği, 2015 yılından itibaren yoğun bir şekilde tartışılmaya başlandı. Ancak Erdoğan'ın önerdiği değişiklik, MHP de dâhil olmak üzere sert bir muhalefetle karşılaştı. Kamuoyu araştırmalarında, toplumsal desteğin de 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimine kadar %25-30'luk bir oranda olduğu ifade edilmekteydi. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra toplumun sistem değişikliğine yaklaşımında olumlu değişmeler yaşanmaya başlandı fakat oranların hâlâ değişikliğe imkân verecek %50'ye ulaşmadığı belirtilmekteydi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin -gerek Türkiye'nin hassas durumu gerekse partisinin içinde bulunduğu çalkantılı süreçten hareketle- 11 Ekim 2016 tarihinde önceden keskin biçimde muhalefet ettiği Başkanlık sistemine “yeşil ışık” yakması, dengeleri tamamıyla değiştirdi ve AK Parti'yi, sistem değişikliği paketini önce Meclis'e daha sonra halk oylamasına sunması noktasında cesaretlendirdi. AK Parti ve MHP uzlaşısıyla hazırlanan ve TBMM'de kabul edilen “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi” paketi, 10 Şubat 2017 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından halk oylamasına sunulmak üzere onaylandı.

 

Referandum Kampanyası Süreci

Sistem değişikliğine yönelik hazırlanan paket, Meclis'te grubu bulunan CHP ve HDP'den destek bulmazken Meclis dışından HÜDA-PAR ve BBP tarafından desteklendi. Ayrıca Meclis dışından Saadet Partisi, Vatan Partisi, ÖDP, TKP,  DP ve HAK-PAR gibi partiler de değişiklik paketine yönelik “Hayır” açıklamalarında bulundu. Her iki blok da, kampanya sürecinde kamuoyunu ikna etmeye yönelik çalışmalar yürüttü.

Referandumların partiler/adaylar düzleminde bir seçim olmamasına rağmen, 16 Nisan referandumunun yoğun bir seçim atmosferinde geçtiği söylenebilir. Yaklaşık bir buçuk aylık süreç içerisinde “Evet” bloğundan AK Parti ve MHP, “Hayır” bloğundan ise CHP sahada düzenledikleri mitinglerle yoğun bir kampanya yürüttü. HDP ise yönetici kadrolarının tutuklu olması ve medya ambargosu nedeniyle güçlü bir kampanya yürütemedi. Böylelikle “Hayır” bloğunun sözcülüğünü tek başına CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu gerçekleştirdi.

16 Nisan referandumu kampanya sürecinde Batı, Türkiye seçim tarihinde ilk kez yoğun bir şekilde gündeme geldi. Bu süreçte Batı, gerek “Evet” bloğunun yurtdışında bulunan seçmenlere yönelik kampanya yürütmesine müsaade etmeyerek gerekse siyasi figürler ve medya üzerinden “Hayır” bloğuna açık desteklerde bulunarak kampanyaların merkezinde yer aldı. Batı dünyasının daha çok iç politik dengelerinden kaynaklı olarak Türkiye ve Erdoğan karşıtı söylemleri dolaşıma sokması, “Evet” bloğunun kimi zaman doğrudan kimi zaman ise FETÖ, PKK ve DAEŞ gibi örgütler üzerinden Batı'ya yönelik tepkisel bir kampanya süreci yürütmesini beraberinde getirdi.

Kampanya sürecinde, halk oylamasına sunulacak olan sistem değişikliği paketinin içeriğinden ziyade Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şahsına yönelik tartışmalar daha çok gündemde oldu. Dolayısıyla geniş bir kesim “Erdoğan yanlısı ya da karşıtı” olmasından hareketle pakete yönelik tutum geliştirdi.

16 Nisan referandumu kampanya sürecinde, -iktidarın “Evet” bloğunun öncüsü olmasının verdiği avantajlarla- görsel olarak “Evet” unsuru çok daha baskındı. Mitingler, billboard, TV ve gazete reklamları, sokak afişleri ve anonslar hususunda “Evet” çok daha yoğun bir görünüm arz ediyordu. Ancak toplumla birebir temas ve kararsızları ikna noktasında “Hayır” kampanyası yürüten bloğun -bilhassa “tek adam rejimi” argümanıyla- daha etkin olduğu söylenebilir.

Son olarak kampanya sürecinin Türkiye siyasi tarihi açısından en önemli verilerinden biri, hem “Evet” hem de “Hayır” bloğunun yoğun bir şekilde İslâmî terminolojiyi ön plana çıkarmasıydı. Daha çok muhafazakâr karakterde olan “Evet” bloğunun yanı sıra, “Hayır” bloğunun lokomotifi konumunda olan ve seküler kimlikleriyle/laiklik hassasiyetleriyle bilinen CHP ve HDP'nin de Kur'ân ve Hz. Muhammed'i referans göstererek yaptığı kampanyalar, siyaset sosyolojisi açısından oldukça önemlidir. Ayrıca her iki blok da, dinsel referanslara bazı göndermelerde bulunmakla kalmayıp “din istismarı” olarak yorumlanabilecek söylemleri de dolaşıma sokmuştur. “Evet” ya da “Hayır” tercihinde bulunmanın İslâm'a göre “farz” olduğu veya karşı cephenin tercihinin “cehennemlik” olduğu gibi söylemler bunlardan bazılarıdır.

 

16 Nisan Referandum Sonuçları

Uzun ve yoğun bir kampanya sürecinden sonra Türkiye toplumu, “Partili Cumhurbaşkanlığı” olarak isimlendirilen sistem değişikliğini oylamak üzere 16 Nisan'da sandığa gitti. 16 Nisan gecesi ortaya çıkan -henüz resmi olmayan- sonuçlara göre, %85 civarında katılımın sağlandığı referandumda seçmenin %51,4'ü “Evet”; %48,6'sı ise “Hayır” yönünde tercihte bulundu. Böylelikle referandumlarda gereken %50+1 oy oranına ulaşan “Evet” bloğu, sistem değişikliği paketinin oylamasını önde tamamladı.

16 Nisan referandumunun %51,4 oranında “Evet” ile neticelenmesi, sistem değişikliği açısından yeterli olmakla birlikte, “Evet” bloğunun arzuladığı -hatta “Hayır” bloğundan önemli bir kesimin de beklediği- ölçüde güçlü bir sonuç değildir. Bilhassa 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan son genel seçimlerde, “Evet” bloğunun aldığı oy oranlarıyla mukayese edildiğinde ciddi bir “fire”nin verildiği görülmektedir.

Söz konusu firenin AK Parti'den mi yoksa MHP'den mi kaynaklandığına dair henüz yeterli düzeyde kamuoyu araştırmaları bulunmamasına karşın, önceki seçim sonuçlarından hareketle söz konusu partilerin güçlü oldukları iller/ilçeler baz alındığında, MHP'nin, Bahçeli liderliğinde kurumsal olarak aldığı “Evet” kararının MHP'li seçmenler/Ülkücü kesim üzerinde büyük ölçüde karşılık bulmadığı görülmektedir. Başka bir deyişle, “MHP'nin kaleleri” olarak bilinen bazı yerlerde “Hayır” oylarının beklentilerin çok üzerinde çıkması, MHP'nin tabanını “Evet” yönünde mobilize edemediğini ortaya çıkarmaktadır. Örneğin; Bahçeli'nin memleketi olan Osmaniye'de 1 Kasım seçimlerinde AK Parti+MHP'nin aldığı oy oranı %81,4'tür. 16 Nisan referandum sonuçlarında ise “Evet” oranının %57,8'e gerilemesiyle %23,6 oranında bir fire yaşandığı görülmektedir. Aynı şekilde Adana, Mersin, Manisa, Balıkesir, Antalya gibi illerde de benzer düzeylerde fireler yaşanmış ve bu illerde “Hayır” kararı daha fazla çıkmıştır. Hatta “Evet” oylarının en yüksek çıktığı illerde bile ciddi oy kayıpları görülmektedir. Örneğin, en yüksek “Evet” oyunun çıktığı Bayburt ilinde 1 Kasım seçimlerine göre %94,4 olan AK Parti+MHP oy oranı, %81,70'e gerilemiştir. Çankırı, Gümüşhane, Erzurum, Aksaray, Konya, Kahramanmaraş ve Elazığ gibi yüksek “Evet” çıkan illerde de muhtemelen MHP kaynaklı “Hayır”a kaymalar olmuştur. İlçe bazında oy oranlarına bakıldığında da MHP'nin oy potansiyelini “Evet” yönünde kanalize edemediği anlaşılmaktadır. Ancak, Şanlıurfa'nın Harran ilçesi gibi yerlerde “Arap kökenli” MHP'lilerin ise fire vermeden “Evet” oyu kullandıkları görülmektedir.

MHP'li seçmenin büyük ölçüde “Hayır” tercihinde bulunması, partide bulunan Erdoğan karşıtı seküler bir kesimin varlığının yanında parti içi ayrışmaların tabana aksetmesi olarak da yorumlanabilir. Başka bir deyişle Bahçeli'nin MHP'deki muhalif kanadı tasfiyesi, tabandan destek görmek bir yana tepkiselliğe neden olmuştur. Ayrıca Bahçeli'nin ısrarla gündeme getirdiği Kürdistan Bayrağı ile -referanduma 48 saat kala tartışmaya açtığı- eyalet sistemi konularının en azından kararsız MHP'li seçmenin “Hayır” oyu kullanmasına neden olduğu söylenebilir.

Referandum sonuçlarında “Evet” oyunun beklenilen düzeyde yüksek çıkmamasının arka planındaki muhtemel tek neden şüphesiz MHP değildir. Verilen firelerin büyük kısmı MHP kaynaklı olsa da, AK Parti'nin de belirli düzeylerde fire verdiği tahmin edilmektedir. En azından elde edilen oranın Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan'ın tek başına aldığı orana çok yakın çıkması, AK Parti teşkilatının performansını tartışmaya açmaktadır.

16 Nisan referandum sonuçlarının AK Parti açısından dikkate alınması gereken en önemli verisi; İstanbul ve Ankara gibi AK Parti hareketinin tohumlarının atıldığı büyükşehirlerde “Hayır” oylarının daha yüksek çıkmasıdır. Bilhassa 1994 yılında Recep Tayyip Erdoğan'ın Büyükşehir Belediye Başkanı seçildikten sonra, hiçbir seçim kaybetmediği İstanbul'un -az bir oy farkıyla da olsa- kaybedilmesi, matematiksel açıdan olmasa da psikolojik açıdan önemli bir simgesel değere sahiptir.

AK Parti özelinde “Evet” oylarının beklenilenden düşük çıkmasının nedenlerine dair kısa bir değerlendirme yapmak yerinde olacaktır. İlk olarak, AK Parti teşkilatının ve belediyelerinin seçmen kitlesiyle etkili bir iletişim kurmadıkları görülmektedir. Kamuoyunun zihnini meşgul eden “Sistem değişikliğine neden gerek duyuluyor?” sorusuna AK Parti teşkilatları doyurucu bir yanıt verememiştir. Zira muhafazakâr kesimin 1950'den bu yana başbakanlığı kendisine ait bir kurum olarak gördüğü bilinmektedir. Başbakanlık kurumunun sistem dışında bırakılmasının yararlı olmayabileceğine dair kuşkular tam olarak giderilememiştir.

Toplumda “tek adamlık” meselesi, güçlü bir “Evet” çıkmasının önüne geçmiştir. Yeni gelen sistemin Cumhurbaşkanı'na sınırsız ve denetimsiz yetkiler tanıdığına ve Meclis'in keyfî olarak feshedilebileceğine dair algı, kararsız kesim başta olmak üzere geniş bir seçmen kitlesinin tercihini doğrudan etkilemiştir. AK Parti teşkilatları, “tek adam rejimi” eleştirilerine doyurucu cevaplar verememiş ve 28 Şubatta tek adam rejimi olmamasına rağmen eğitimden ekonomiye, yargıdan bürokrasiye kadar nasıl bir tahribatın yapıldığı, baskıların nelere neden olduğu izah edilememiştir. Özellikle genç ve eğitimli kesimlerin daha fazla oranda “Hayır”a yönelmelerinin nedenlerinden birinin bu olduğu söylenebilir. Ayrıca “yaşam tarzı kaygısı” ve ölçüsüz kutuplaştırıcı söylemler de “Evet”in düşük çıkmasına neden olmuştur.

“Evet” oylarının yüksek çıkmamasının arka planındaki önemli nedenlerden biri de, kapitalistleşmenin rahatsız edici boyutlara varması ve toplumda refah düzeyinin belirli bir kesimle sınırlı kalmasıdır. Kamuya memur ve işçi alımlarında oldukça yaygınlaşan kayırmacılık ile mülakat sisteminin uygulanmaya başlanması da, toplumda geniş bir kesimin rahatsız olmasına yol açmaktadır. Terör bağlantısı gerekçesiyle KHK'lar yoluyla ihraç edilen ve toplum tarafından gerçekte suçlu olmayıp mağdur edildiğine inanılan bir kesimin varlığı da göz ardı edilmemelidir.

“Hayır” bloğu açısından bakıldığında, CHP'nin kendi güçlü olduğu bölgelerde seçmenini başarılı bir şekilde konsolide ettiği, özellikle belediyelerin elinde bulunduğu yerlerde “Hayır” oylarının yüksek çıktığı görülmektedir. Zira CHP, 16 Nisan referandumunu kendisi için varoluşsal bir eşik olarak değerlendirmiş ve bu nedenle -fazla göze çarpmasa da- etkili bir kampanya yürütmüştür. HDP'nin ise güçlü bir referandum çalışması yapamamasına rağmen etkin olduğu yerlerde genel olarak “Hayır” sonucunu elde ettiği fakat önemli düzeyde oy kaybı yaşadığı gözlemlenmektedir. 

 

Referandumun Seyrini Değiştiren Kürt Oyları

16 Nisan referandum sonuçlarında en dikkat çekici hususlardan biri, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde 1 Kasım 2015 seçimlerine göre “Evet” bloğu açısından anlamlı bir oy artışının gerçekleşmesidir. Söz konusu bölgelerde genel olarak “Hayır” oyu çıksa da, “Evet” hanesine önemli düzeyde bir kaymanın olduğu görülmektedir.

1 Kasım seçimleriyle mukayese edildiğinde, yaklaşık 500 bin oy HDP cephesinden “Evet” bloğuna gelmiştir. Dolayısıyla referandumun sonucunu doğrudan etkileyebilecek mahiyette bir oy kayması yaşanmıştır. Ayrıca Bölge genelinde görülen manzara, Türkiye'nin batısında yaşayan Kürtlerin “Evet”e yaptıkları katkılarla beraber değerlendirildiğinde, 16 Nisan referandumunun seyrini Kürtlerin değiştirdiği rahatlıkla söylenebilir.

Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde gözlemlenen değişimlerin arka planında birkaç neden bulunmaktadır. İlk olarak, bölge dinamikleri üzerinde ciddi bir etkisi olan HÜDA-PAR'ın referandumda “Evet” oyu vereceğini açıklaması, olumlu bir sinerjinin oluşmasına ve kararsızların “Evet”e yönelmesine neden olmuştur. İkinci olarak, Kürtlerin varlığını inkâr eden statükonun değişmesi ihtimali teşvik edici bir unsur olmuştur. Son olarak, bölgede kritik bir durum arz eden güvenlik boyutuyla ilgili kısmî düzelmelerin yaşanması, Kürtlerin “Evet” tercihinde önemli bir girdi olarak okunmalıdır.

 

Referandumda “Şaibe” İddiaları ve Meşruiyet Tartışmaları

Referandum sonuçlarının %1,5 düzeyinde yüksek olmayan bir farkla “Evet” lehine sonuçlanması ve YSK'nın oy kullanma süresi nihayete erdikten sonra yaptığı “mühürsüz zarfların geçerli sayılması” hususu, “Hayır” bloğu tarafından “şaibe” yapıldığı iddialarının dile getirilmesini ve sonuçların meşruiyetinin tartışmaya açılmasını beraberinde getirmiştir.

YSK Başkanı Sadi Güven tarafından yapılan açıklamada, kararın “oy birliğiyle” alındığı, seçmenlerin iradelerinin sandık görevlilerinin ihmali neticesinde yok sayılmasının makul olmadığı, ancak dışarıdan usulsüz olarak zarf getirilmesi halinde geçersiz sayılabileceği ve daha önce onlarca defa benzer kararlar alındığı ifade edilmiştir. Seçmenlerin oy kullandıkları sandıklarda “Hayır” bloğundan görevli olan kimselerin de kendi ıslak imzalarıyla sonuçları onaylamaları ile “Evet” tercihinin “Hayır” tercihine nazaran 1,3 milyon dolayında fazla olması, esasen yapılan itirazların makul bir tarafının olmadığını göstermektedir. Ayrıca mühürsüz zarfların tamamının “Evet” olması da zaten imkân dışıdır. Ancak “Hayır” bloğu ve Batı dünyasının YSK tarafından alınan kararı manipüle ederek bunu, referandum sonuçlarına gölge düşürmeye dönük fırsat olarak değerlendirecekleri anlaşılmaktadır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve HDP çevrelerinin, “seçimlerin meşru olmadığı, yenilenmesi gerektiği” gibi söylemleri dolaşıma sokmaları bu durumu teyit etmektedir.

“Evet” oranının “Hayır” oranına yakın çıkmasının ise, hukuki olarak zaten meşruiyet sorunu bulunmamaktadır. Zira referandum süreçlerinde %50+1 yeterli bir oy oranıdır. Örneğin, Türkiye'de 6 Eylül 1987'de siyasi yasakların kalkması için yapılan referandumda “Evet” %50,16; “Hayır” ise % 49,84 çıkmıştır. Söz konusu referandumda oylar arasında sadece 75.066 oy farkı bulunmaktaydı. Birleşik Krallık'ta ise 23 Haziran 2016 tarihinde gerçekleştirilen “Brexit” oylamasında seçmenin %51,9'u AB'den ayrılma kararı almıştır. İskoçya ve İrlanda'nın AB'de kalınması yönünde tercihte bulunmasına rağmen %1,9'luk bir farktan dolayı karar ayrılma yönünde olmuştur. Söz konusu örneklerde de görüldüğü üzere, referandumlarda ciddi düzeyde fark olmasa bile meşruiyet tartışmalarının gündem edilmesi abesle iştigaldir.

 

Batı Dünyasının Referandum Sonuçlarına Yaklaşımı

Referandum sürecinde Erdoğan karşıtlığı üzerinden “Hayır” bloğuna destek veren Batı dünyası, “Evet” sonucunun çıkmasının ardından aynı doğrultuda yaklaşımlarını sürdürmeye devam etmektedir. Özellikle Almanya başta olmak üzere Batılı ülkelerin “buyurgan” bir dille referandum sonrasına dair talimatlar verdiği ve Batı medyasının sonuçları kabullenmeme hâli açıkça görülmektedir.

16 Nisan referandumunun “Evet” yönünde sonuçlanmasının ardından Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, halkın iradesine saygı duymak ve sonuçları kabullenmek yerine, “Türkiye toplumunun bölünmüşlük içinde olduğu”na dair açıklamalarda bulunmuşlardır. Bilhassa Merkel'in “buyurgan” bir eda ile Erdoğan'a sorumluluk ve saygılı diyalog çağrısında bulunması ile Hollanda, Belçika ve Almanya'daki faşist sağ partilerin, “Evet oyu kullananlar Türkiye'ye geri gönderilmeli” hezeyanları bir arada değerlendirildiğinde, Batı dünyasının sonuçları hazmedemediği anlaşılmaktadır.

ABD'nin seçim sonuçlarına yaklaşımı ise, ilk etapta “bekle-gör” mahiyetinde olduysa da özellikle Beyaz Saray'dan yapılan açıklamalar, Avrupa'yla paralel bir yaklaşıma sahip bulunduğunu göstermektedir. ABD Başkanı Donald Trump'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı arayıp tebrik etmesinin ardından Beyaz Saray'dan yapılan, “Trump'ın Erdoğan'ı araması, seçim sonuçlarının onaylandığı anlamına gelmemektedir” açıklaması, ABD'nin de “Evet” sonucundan pek memnun olmadığını ortaya koymaktadır.

16 Nisan referandum sonuçlarına dair Batı'nın en belirgin yaklaşımı ise, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı'nın (AGİT) kamuoyuna açıkladığı ön raporda görülmektedir. AGİT, referandumun “eşit koşullarda gerçekleşmediği, uluslararası standartların gerisinde olduğu ve YSK'nın şeffaf olmadığı” şeklinde bir ön rapor yayınlamıştır. AGİT'in yayınlamış olduğu ön raporda esasen şaşırtıcı bir unsur bulunmamaktadır. Zira Batı'nın kendisi dışında    -Rusya dâhil- hiçbir seçimi “demokratik ve meşru” olarak kabul etmediği bilinmektedir. Referandum sürecini AGİT adına izleyen heyetten bazı milletvekillerinin PKK'nin gösterilerine ve propaganda döneminde "Hayır" kampanyasına katıldıklarının ortaya çıkması da, AGİT'in “tarafsızlık” ilkesini ne denli gözettiğini tartışmaya açmaktadır. Dolayısıyla AGİT'in 16 Nisan referandumuna dair tespitleri, daha çok sonuçların meşruiyetini sarsmaya ve “Hayır” bloğunu hareketlendirmeye matuf girişimler olarak değerlendirilmelidir.

Batı medyasının da 16 Nisan referandum sonuçlarını kabullenemediği ve çeşitli unsurları ön plana çıkararak algı yönetimine başvurduğu gözlemlenmektedir. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya ve İsveç başta olmak üzere bütün halinde Batı medyası, “toplumun ayrıştığını, seçimlerin tartışmalı olduğunu, demokrasiden uzaklaşıldığını” iddia eden yayınlar yapmaktadır.

 

Sonuç ve Değerlendirme

16 Nisan referandumunun sonuçlanmasıyla birlikte, Türkiye tarihinde yeni bir sayfa açılmış ve değişim arzusunda olan kesimler açısından kritik bir eşik geçilmiştir. Referandum sonuçlarına dair genel tespitler ve yeni dönemde olması gerekenler maddeler halinde şöyle sıralanabilir:

Ø  2019'da yürürlüğe girmesi öngörülen yeni sistemle birlikte yaklaşık 150 yıldır cari olan parlamenter sistem yürürlükten kalkacak, koalisyonlar dönemi tarihe karışacak ve yürütmede çift başlılık sorunu giderilmiş olacaktır.

Ø  Referandumda “Evet” sonucunun çıkmasıyla birlikte Türkiye'de Batı'nın etki gücünün tamamen kırılmasının önünün açılacağı, statükonun geriletileceği, sivil ve askerî bürokratik oligarşinin tahakkümünün zayıflatılacağı düşünülmektedir.

Ø  Sistem değişikliğinin gerçekleşmesinin, Türkiye'nin bölgesel denklemde elini güçlendireceği ve Batı ile ilişkilerinde daha fazla özgüven unsuru sağlayacağı dile getirilmektedir.

Ø  Yeni sistemle birlikte siyasi partiler tarafından toplumun bütün farklılıklarına hitap eden, kucaklayıcı-bütünleştirici politikalar ile refah düzeyini artıran kalkınma projelerinin geliştirilmesi daha fazla önem arz etmeye başlayacaktır. Zira %50+1 oranını yakalayabilmek için toplumun geniş bir kesiminin ikna edilmesi zorunlu hâle gelmiş, toplumda güçlü karşılığı olmayan marjinal söylemlerin iktidar olma şansı ortadan kalkmıştır. Bu nedenle bilhassa CHP ve sol-seküler çevrelerin muhafazakâr kesimleri ikna etmeye yönelik daha fazla gayret göstereceği ve İslâmî terminolojinin daha fazla dolaşıma sokulacağı söylenebilir.

Ø  Yeni dönemde Cumhurbaşkanlığı yarışında “blok siyaseti” ve “ortak adaylar” daha fazla gündeme gelecektir.

Ø  Referandum sonuçlarıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kitleleri mobilize etmedeki başarısı ve AK Parti içerisindeki liderliği tekrar tescillenmiştir. Erdoğan, muhtemelen yeniden AK Parti Genel Başkanlığı'na seçileceği kongrede yapacağı konuşmada Yeni Türkiye'nin rotasına ve kodlarına dair ipuçları verecektir.

Ø  “Evet” oyları fazla çıkmasına rağmen, oy oranlarına bakıldığında sistem değişikliğine toplumun “ihtiyatlı bir destek” verdiği görülmektedir. Bu nedenle özellikle iktidar partisi toplumun mesajını daha dikkatli okuyacaktır. Aksi takdirde ANAP'ın 1987 Referandumunun sonuçlarını doğru değerlendirmemesi neticesinde 1989 yerel seçimlerinde ivme kaybetmesine benzer bir süreç devreye girecektir. İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde “Hayır” oylarının çıkması ise, iktidar partisinin gelişen ve değişen “şehir sosyolojisi”ni daha fazla dikkate alması gerektiğini göstermektedir.

Ø  AK Parti içerisinde Erdoğan'ın konumundan rahatsızlık duyan muhalif bir damarın referandumda “Hayır” oyu kullandıkları tahmin edilmektedir. Sandıktan “Evet” yönünde bir neticenin çıkmasıyla zayıflasa da, oranların birbirine yakın olması nedeniyle, yeni dönemde bu kesimin farklı bir parti kurma girişimi ihtimali bulunmaktadır.

Ø  Referandum paketine Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP'nin verdiği kurumsal desteğin kritik bir öneme sahip olduğu bilinmektedir. Ancak AK Parti-MHP ittifakının referandum sonuçlarında beklenilen neticeyi vermediği açıktır. Bu bağlamda, Yeni Türkiye'nin kurucu felsefesinin ve ideolojisinin “Türkçülük” eksenli oluşturulamayacağı göz ardı edilmemelidir.

Ø  MHP'nin güçlü olduğu yerlerde ciddi firelerin yaşanması, MHP içerisindeki ayrışmaların daha derinleşmesine neden olacak ve muhalif kanat, “Hayır” diyen milliyetçi kesime hitap eden yeni bir parti kurma girişiminde bulunacaktır. Seçimlerdeki baraj oranları düşmediği takdirde -blok hâlinde seçime girilmezse- MHP ve kurulacak yeni parti arasında bölünecek milliyetçi oyların Meclis'te temsil edilmesi zorlaşacaktır.

Ø  Referandumun seyrini önemli ölçüde Kürtlerden gelen “Evet” oyları belirlemiştir. HÜDA-PAR'ın “Evet” yönündeki kararı, Kürtlerin değişim beklentileri ve güvenlik hususları, Kürtlerin “Evet” tercihinde bulunmasını tetiklemiştir. Hatta MHP ile girişilen ittifakın neticesi olan milliyetçi söylemler dolaşıma sokulmasa, Kürtlerin daha güçlü bir “Evet” tercihinde bulunacakları söylenebilir. Bu nedenle Kürtleri ötekileştiren ve dışlayan milliyetçi politikaların doğru bir tercih olmadığı ve Kürt meselesinin adil bir yaklaşımla çözülmesi ihtiyacı tekrar ortaya çıkmıştır.

Ø  “Hayır” bloğu, güçlü bir “Evet” oranının çıkmaması nedeniyle oldukça umutlanmıştır. Önümüzdeki süreçte muhafazakâr kesimin de desteğini alacak ortak adaylar üzerinden Erdoğan'ı engelleme ve iktidara gelme şansını yakaladığını düşünmektedir.

Ø  16 Nisan referandum sonuçları bütün kesimler tarafından kabullenilmeli, meşruiyeti tartışmaya açılmamalı, usulsüzlükler ispat edilmediği takdirde “şaibe” söylemlerinden uzak durulmalıdır. Bilhassa Türkiye'yi daha fazla kutuplaştıracak ve tehlikeli neticeler doğuracak “sokak çağrıları” son bulmalıdır.

Ø  Yeni dönemde Türkiye siyasetinde kutuplaştırıcı ve ötekileştirici dil, yerini kucaklayıcı ve kapsayıcı bir dile bırakmalıdır. “Evet” ve “Hayır” diyen tüm kesimlerin iradelerine saygı duyulmalı ve tüm Türkiye toplumunun maslahatını gözeten bir siyasal iklim inşa edilmelidir.

Ø  Yeni dönemde toplumun dezavantajlı kesimleri ihmal edilmemeli, sosyal adalet ve liyakat hususlarına hassasiyet gösterilmeli, sivil toplumun bütün katmanlarının yönetime katılmasına imkân verecek mekanizmalar tesis edilmelidir.

Ø   İstişare mekanizmalarının sağlıklı işlemeyeceği, katı bir “tek adamlığın” cari olacağı, bütün kararların tek merkezden alınıp sorgulanamaz niteliğe büründürüleceğine dair endişeler göz ardı edilmemelidir.

Ø   Yeni sistemle birlikte “yönetimde istikrar” hususu büyük ölçüde sağlanacağından dolayı “temsilde adalet” hususuna ağırlık verilmelidir. Bu bağlamda, seçim barajı kaldırılmalı, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu değiştirilmelidir.

Ø  Son olarak, referandum paketinde bulunan anayasal değişiklikler yeterli görülmemeli, 1982 askeri darbesinin ürünü olan mevcut anayasanın yerine toplumun değer, ihtiyaç ve beklentileriyle uyumlu yeni sivil bir anayasa hazırlanmalıdır.