Suudi Arabistan'da Veliaht Değişimi ve Körfez Ülkelerinde Yeni Lider Profili
Katar krizinin nasıl bir seyir izleyeceği açıklığa kavuşmadan Suudi Arabistan Veliahtı Muhammed bin Nayif, bütün görevleri ile birlikte azledilip yerine Kral Selman bin Abdülaziz'in oğlu Muhammed bin Selman getirildi.
Veliahtlıktan azledilen 58 yaşındaki Prens Muhammed bin Nayif (d.1959), bu göreve henüz 2015'in başında getirilmişti. Suudi'de veliaht geleneksel olarak kral tarafından atanırken Bin Nayif ülke tarihinde ilk kez 2006 yılında, Kral Abdullah (ö. 2015) tarafından kurulan ve kralın erkek kardeşleriyle kuzenlerinden oluşan 37 kişilik Sadakat Konseyi tarafından seçilmiş; aynı zamanda başbakanlık ve iç işleri bakanlığını da üstlenmişti.
Bin Nayif, seçiliş biçiminin kralla uyum problemini baştan barındırdığı düşünülse de, kurduğu enstitülerle ABD'nin İslâm dünyasındaki mutedil hareketleri saptırma projesine öncülük eden Nayif bin Abdulaziz'in oğlu olarak güçlü bir dış desteğe sahipti. Birinci kuşak Suud krallarından farklı olarak ABD'de öğrenim görmüş, önce FBI, ardından İngiltere Kraliyet İstihbaratı tarafından eğitilmiş, CIA tarafından İslâm dünyasında terörizmle itham edilen yapılar karşısında “en önemli muhatap (most important interlocutor)” kabul edilerek ABD yönetimi nezdinde güven kazanmıştı. Amerikan basınınca “terör karşıtlığının prensi” diye tanıtılmış, el-Kaide ve İran karşıtlığı öne çıkarılmıştı; ikinci kuşağa mensup olsa da ABD-Suud ilişkilerini geleneksel tarzda sürdüreceğine inanılmaktaydı.
Körfez Ülkelerini iyi tanıyan uzmanlar, Suudi'deki kral tayinlerinde üç unsurun etkili olduğunu ifade ederler: ABD, 2006'dan bu yana Sadakat Konseyi ile temsil edilen aile ve bey'at ehli Vehhabî ulema. Vehhabî ulemanın etkinliği hiçbir zaman açık değildir, üstelik bunların kimlerden oluştuğu bilinmeyip herhangi bir heyet söz konusu olmadığından şeffaflıktan da uzaktır, geriye kalan iki unsur içinde başat pay ABD'nindir.
Suudi'deki değişimi “Beyaz Darbe” olarak niteleyen, Londra'da yerleşik tecrübeli Filistinli gazeteci Dr. Abdülbari Atwan'ın ifade ettiği üzere Suudi ailesi içinde, kraliyet tahtına oturanın, oğlunu veliaht yapmayacağına dair bir akit bulunmaktadır. ABD'nin desteğine ve aile içindeki bu akde rağmen, Kral Selman bin Abdülaziz'in yeğeni Nayif'i azledip yerine oğlu Muhammed bin Selman'ı getirmesi, olayı adeta esrarengiz bir mahiyete büründürmüştür.
Atwan'a göre Muhammed bin Selman'ın veliaht tayininde en etkili küresel unsur ABD'dir. Zira söz konusu değişiklik, Kral Selman tarafından 260 milyar dolarlık ticari anlaşma karşılığında Başkan Tump'a önerilmiş, ABD tarafından uygun görülmüştür. Bin Selman'ın atanmasındaki yerel unsur ise Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)'nin Abu Dabi emirliğinin veliaht prensi Muhammed bin Zayed'dir.
ABD, Obama döneminde İslâm dünyasındaki azınlıklara odaklanan liberal siyasetinden, azınlıkları araçsallaştırsa da bölgesel güç unsurlarına odaklanan bir siyasete yönelmiştir. Bununla birlikte bölgedeki ekonomik çıkarlarını gücüyle uyumsuz görmekte, II. Dünya Savaşı'nın ürünü olan ve petrole dayalı ekonomik ilişkilerini değiştirmeyi düşünmektedir. Bunun Suud'la ilişkilere yansıması kaçınılmazdır.
Başbakan yardımcılığı ve savunma bakanlığını da üstlenen henüz 32 yaşındaki (d.1985) yeni veliaht Bin Selman, iyi bir eğitim almış, terimler ve rakamlarla konuşmayı bilen, ekonominin petrolden ibaret olmadığının farkında olan, Facebook'un kurucusunu merkezinde ziyaret edecek derecede sosyal medyayla ilgili bir Suud ailesi mensubudur. İhvân-ı Müslimîn ve İran karşısında yerel bir güç arayışında olan ABD'nin gelenekten kopmuş bir kral anlayışı için makul bir kişiliktir. Bunun yanında Muhammed bin Zayed unsuru ve BAE realitesi göz önünde bulundurulmadan Suudi'deki değişim tam olarak açıklanamaz.
83.600 km²'lik bir toprak parçasına sahip olan, on milyona yaklaşan nüfusunun sadece yaklaşık yüzde 15'i yerli, geriye kalanı yabancı çalışanlardan oluşan, kişi başına düşen milli gelir açısından 48 bin 500 dolarla dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olan BAE, karadan Suudi Arabistan ve Umman, denizden Katar ve İran'la komşudur. Bağımsızlığı 1971'de İngiltere tarafından verilen petrol zengini BAE, bu ekonomik refaha petrol üzerinden ulaşmışsa da ekonomisini çeşitlendirmiş, gayrisafi yurtiçi hâsılası (GSYİH) içinde petrol ve doğalgaz oranını yüzde 25 civarına çekmiştir.
Yedi emirlikten oluşsa da Dubai ve Abu Dabi emirlikleri ile bilinen BAE'nin son dönemde emiri değil, Dubai hâkimi ve Abu Dabi veliahdı öne çıkmıştır.
Dubai'nin 68 yaşındaki (d.1949) hâkimi Muhammed bin Raşid el-Maktum, yaşıyla eski kuşağa ait görülse de aksiyonerliğiyle post modern dönemin bir idarecisi profili çizmektedir. Zihinsel bakımdan ve ülke dışındaki yaşam tarzı ile seküler, ülke içinde ise muhafazakâr bir görünüm vermekte, bir emir olmaktan öte bir holding CEO'sunu andırmaktadır.
Dubai, İslâmî hareketlere karşı ABD ve İsrail istihbaratının yanında Rusya istihbaratı ile de güçlü bir ilişki geliştirmiştir. HAMAS'ın önemli isimlerinden Mahmud el Mabhuh 20 Ocak 2010'da Dubai'de katledildiği gibi Çeçenistan savaşının önde gelen isimlerinden Selim Yamadayev de Dubai'de katledilmiştir. Mahmud el Mabhuh'un katli, İsrail'le Dubai arasındaki ilişkinin simgelerinden biri olarak öne çıkmıştır.
Bin Raşid el-Maktum'un kişiliği ve küresel güçlerle geliştirdiği ilişkiye rağmen BAE siyasetinin ülke dışında ondan daha çok öne çıkan ismi Abu Dabi veliahdı ve BAE silahlı kuvvetler komutanı Bin Zayed'dir. 56 yaşındaki Bin Zayed (d. 1961), bölge siyasetinin küresel güçlerle bağlantılı en önemli ismi olarak öne çıkmıştır. Mısır darbesinin arkasındaki isim olarak, General Sisi bir yana Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir gibi Arap dünyasının kıdemli ve etkili siyasetçilerine dahi valisi gibi muamele eden Bin Zayed, bölgedeki pek çok gelişmenin yanında 15 Temmuz Darbe Girişimi ile ilişkisi açısından da gündeme gelen bir isimdir. Obama ve Trump'la görüşmeler gerçekleştirmiştir ve İsrail'le de görüşmeler yaptığı bilinmektedir.
Ülkelerinin büyüklüğünü kişisel yükselişleri için yetersiz görüp bölgeye ve dünyaya açılan Bin Raşid ve Bin Zayed'in geleneksel Arap emirlerinin “ağırbaşlı”, saraya bağımlı, Batılı güçlerle ilişkilerini özre dayandıran, mahcup siyaset tarzı yerine; genç profilli, dinamik, Batılı güçlerle ilişkisini karşılıklı çıkarla izah edip kabul edilişlerini başarı olarak duyuran post modern siyaset tarzı, Körfez Ülkeleri yerelinde olduğu kadar bu ülkelerle ilgili küresel güçlerin temsilcilerinin tutumlarına da yansımıştır. Bu tarz ve başarı, yerelde rekabete, küresel güçlerin bölge ile ilgili tutumlarında ise baskıya dayalı bir değişimin önünü açmıştır.
Bin Raşid ve Bin Zayed'in tarzının, BAE ile geçmişten bu yana rekabet durumunda olan Katar'da 2013'te yaşanan lider değişimini, rekabet çerçevesinde etkilemiş olması muhtemeldir. Geleneksel Arap emiri siyasetini sürdüren Katar emiri Şeyh Hamad, 2013'te, 18 yıldır oturduğu koltuğu 33 yaşındaki oğlu Şeyh Temim'e devretmiştir. Şeyh Temim, Bin Zayed'in küresel güçlere bağımlılığına karşılık gücünü yerel dinamiklerden alan, bölgesel güçlerle iyi ilişkiler geliştiren, onun kadar dinamik, saraya bağımlılıktan uzak, Arap dünyası açısından özgün bir tarzla siyaset yapmaya başlamış; İran'la Katar arasındaki ilişkileri düzeltme yoluna giderken Türkiye ile sıkı bir işbirliğine girmiştir.
Bölgenin diğer bir ülkesi Bahreyn'in siyasetinde de 67 yaşındaki kral Hamad bin İsa el-Halife'nin (d. 1950) yerine 48 yaşındaki oğlu Selman bin Hamad (d. 1969) öne çıkmıştır. Ülke adına dış görüşmeleri genellikle veliaht Selman gerçekleştirirken ülke içi muhalefet de kendilerine yönelik baskıdan veliahdı sorumlu tutmakta, hedef almaktadır.
Suudi'deki veliaht değişimi, bu koşullar altında ABD'nin ve İsrail'in talebine uygun bir şekilde, küresel güçlerin bölgesel temsilciliğine oynayan Bin Zayed ile yeni veliaht Muhammed bin Selman arasındaki ilişkinin de eseri olarak Suudi paradigması içinde baskıyla gerçekleşmiştir. Muhammedeyn (İki Muhammed) olarak adlandırılan ikili Suudi Arabistan'ın Yemen'e fiili müdahalesine birlikte karar vermişler, Yemen'deki Arap ittifakını birlikte oluşturmuşlar, aynı ittifak çerçevesinde önceki Veliaht Bin Nayif'in itirazına rağmen Katar'ı hedef almışlardır.
Katar, BAE'nin Yemen' i paylaşma konusunda Suudi Arabistan'la anlaştığını, savaşın bu cephe tarafından kazanılması durumunda Güney Yemen'in BAE, Kuzey Yemen'in Suudi etkisine bırakılacağını, akabinde BAE'nin Umman'ı da istila yönünde bir siyaset içinde olacağını düşünmektedir. BAE'nin Bin Raşid ve Bin Zayed liderliğinde küresel güçlerle geliştirdiği ilişkiyi kendisine yönelen bir tehdit olarak görmektedir.
Küresel güçler tarafından İhvân-ı Müslimîn etkinliğindeki bağımsızlıkçı, aksiyoner nesle karşı alternatif olarak öne sürülen bağımlı aksiyonerler Bin Zayed ve Bin Selman, İhvân-ı Müslimîn'i içerideki düşman, bölgesel bir güç olan İran'ı ise dışarıdaki düşman olarak görmektedirler. Küresel güçlerin İslâmî hareketlerle mücadeleye duydukları ihtiyacı satın alarak onlarla kuracakları bağın kendilerini bölgesel bir güç konumuna çıkaracağını düşünmektedirler. Batı'ya bağımlılıkları ve yükseliş hırsları ile Osmanlı'nın son döneminin İttihat ve Terakki gençliğini, küresel güçlerle kurdukları bağ ve ticari zekâlarıyla FETÖ yapılanması ürünü gençliği andıran Bin Zayed ve Bin Selman ikilisinin ilişkisinin Körfez'de nasıl bir sonuç doğuracağı henüz tam olarak bilinmemektedir.
Bin Zayed ve Bin Selman, bölgenin en büyük ekonomisine sahip ve yerel dinamiklerle iyi bir ilişki içinde olan Katar'a ilk hedef olarak yönelmişken İran'la savaşmayı çıkarlarına uygun bulmayan ve Harici İbadi mezhebinden olmasına rağmen ülkesindeki Şii azınlıkla barışık yaşayan Umman ikinci hedef olarak görünmekte; Kuveyt, bu ikilinin küresel güçlerle geliştirdiği ilişkiden ürküntü duymaktadır. Türkiye'nin Katar emirine verdiği destekle mevcut durumda Katar, Umman, Türkiye ve İran yerel güçler olarak birbirlerine yakın dururken BAE, Suudi Arabistan ve Bahreyn, Mısır'la birlikte küresel güçlerin yanında yer alarak “Arap Gücü” etiketiyle kamplaşmış görünmektedir. Ancak hakikatte durum, bu şekilde basitçe tarif edilebilmekten uzaktır. Söz gelişi Türkiye ve Katar İhvân-ı Müslimîn'e yakın dururken İran, İhvân-ı Müslimîn karşıtı bir duruşa sahiptir. Yine Türkiye Yemen konusunda Suudi'ye yakın dururken İran, Yemen'de Suudi ile adeta savaş halindedir. Türkiye ile Katar arasındaki ilişki, Türkiye'nin Katar'daki askeri üssünü işlevselleştirip tahkim etmesi boyutuna varmışken Katar, İran'la ilişkilerinde temkinli davranmaktadır. Dolayısıyla küresel güçlerin oluşturduğu yapı tam bir ittifak halinde iken yerel güçlerin ittifakı parçalı bir görünüm arz etmektedir. Diğer yandan ABD ve İsrail, Bin Zayed ve Bin Selman ikilisiyle Körfez Ülkeleri'ndeki çıkarlarını içeride İhvân-ı Müslimîn'e, dışarıda İran'a karşı korumayı planlamışlarsa da ikilinin Katar müdahalesine, tekli bir yapı oluşturmama adına temkinli yaklaşmakta; Katar'a boyun eğdirerek onu kendi güdümlerinde tutmayı tercih eder bir konumda durmaktadır.
Bu karmaşık duruma rağmen yerel güçlerle küresel güçler arasındaki rekabetin İslâm dünyasında, Körfez'deki cepheleşmeyle birlikte yeni bir boyuta doğru yol aldığını söylemek mümkündür.