Oryantalizm
SİDAR ERGÜL
ORYANTALİZM
GİRİŞ
Toplumlar, farklılıkları ve benzerlikleri ile dinamik bir yapıyı barındırır. İnsan(lar), bazı özelliklerini doğuştan getirirken bazı özelliklerini de bulunduğu coğrafya, toplum ve zaman koşulları içinde edinir. Bu faktörlerle birlikte kendi (inançsal, fikirsel, kültürel, dilsel) farklılığına sahip olur. Bu farklılıklarıyla “diğeri/öteki”nden ayrışır. Bu durum, ‘doğal’ görülür ve kabul edilirse “ötekini dışlayıcılığa” ve “ötekini değersizleştirme”- ye mahal verilmez. Lakin söz konusu ‘doğal zorunluluk’ ile doğan sonuçları ‘normal’ kabullenmeyip sadece kendini merkeze almak ile “ötekileştirme, değersizleştirme ve sömürülme” süreci işletilmiş olur.
Buradan hareketle Oryantalizm/Şarkiyatçılık; süreç içerisinde bir dönem paganist, Haçlı realiteli, izm’lerin kaynağı, bir taraftan Papalıkla mücadele diğer taraftan Papalık devleti kuran, son kerte de modernitenin devinimindeki Batı için, kendisi dışındakileri “ötekileştirme, sömürme, devre dışı bırakma” işlevinin icrasına amade kılındığı söylene- bilir. Yoksa mevzu, kimin hangi coğrafyadan, kültürden ve zaviyeden meselelere bak- tığı değildir. Mevzu, dini ve tarihi gerçekliği ‘yorumlama’ adı altında saptırmadan uzak, saygı ve adalet terazisine sadık kalarak ırkî, teolojik saldırganlığa girmeden ilmin ve ilim ehli olmanın gereğinin beklenmesidir. Fakat bunun aksine pek çok Batılı araştırmacı ‘bilimsel çalışma’ adı altında Doğu’ya, İslâm’a ve Hz. Peygambere hakaret edebilmek- te, saldırabilmektedir.
Oryantalizm, Batılı perspektifle “Doğu”yu açıklamaya dair yaklaşım tarzı olarak kurumsallaşmıştır. “Ben ve öteki” ayrımından hareketle dünyanın merkezine kendisi- ni koyan Batı, oryantalist çalışmalarıyla ‘kendi Doğusunu’ oluşturmuştur. Dolayısıyla Doğu ve Batı, bu çerçevede sadece coğrafi bir yönlendirmeyi ifade etmemektedir.
Batı’nın modernite ile “yegâne özne” olarak tasarladığı kendi modelindeki insan; egoist, pozitivist ve pragmatist olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir deyişle rol model olarak sunulan insan tipi ekseri ‘homo-economicus’tur. Halbuki insanlığın varoluşu ve insaniyetinin devamlılığı için ortaya koyması gereken “ahsen-i takvim insan modeli” olmalıydı. Lakin Batı uygarlığı, kendisini kimlikleştirdiği kodlarında buna yer verme taraftarı olmamıştır. Kendisini merkeze koyan Batı, Doğu insanına ancak kullanılacak bir meta olarak bakmıştır. Sömürgeciliği, postkolonyalizmi de bunun bir tezahürüdür. Oryantalizm bu noktada sömürgeciliğin keşif kolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira hem sömürgeciliğin sağlanması için gerekli bilgiseli sunar hem de sonrası için gerekli stratejilerin oluşması için verilerini hazırlar. Bu doğrultuda sömürgecilikle bağlantılı olan Oryantalizm hakkında, “Oryantalizm” eseri ile geniş çaplı yankı uyandıran ve gündeme getiren Edward Said (1935-2003) olsa da bu yönde ilk temas eden kendisi olmamıştır. Bu alanda Avrupa’da İslâm ve Osmanlı aleyhinde çıkan neşriyat için Namık Kemal (1840- 1888)’in yazdığı “Avrupa Şarkı/Doğuyu Bilmez” makalesi ile Fransız Ernest Re- nan’ın “İslâm ve Bilim” başlıklı konferansında dile getirdiği “İslâmiyet terakkiye mâni- dir” şeklindeki tutarsız ve hilaf-ı hakikate dayalı düşüncelerini reddetmek için kaleme aldığı ve “Onu gönlümün istediği yere tepeliyorum” diye nitelediği “Renan Müdafaa- namesi” örnek gösterilebilir. Edward Said’in 1978 tarihli Oryantalizm/Şarkiyatçılık adlı eseri hakkında Türkiye’de ilk önemli değerlendirmeyi, 1981’de Cemil Meriç (1916- 1987) yapmış, eser 1982 yılında Fransızcadan Türkçeye çevrilip neşredilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Oryantalizm, Şarkiyatçılık, Öteki, Doğu, Batı, Sömürgecilik, İslâm, Sünnet, Hadis, Medya, Postkolonyalizm, Modernite, Misyonerlik.