Küresel Sistemi Sarsan Olaylar: Ticaret Savaşları, Petrol Savaşları ve Covid-19 Salgını
Ahmet Yücedağ
ABD, tek kutuplu hegemonyanın verdiği güç zehirlenmesiyle; küresel güç olduğunu kabullendiği Çin de dâhil birçok ülkeye yeni korumacılık sistemini dayatmaktadır. ABD'nin amacı, kısa dönemde, ticaret savaşlarıyla, dış ticaret açığını kapatmak olarak değerlendirilebilir. Fakat diğer ülkelerin uzun vadede buna karşı koymak için kendi iç dinamiklerine dönüşleri ve ABD için içerde oluşan mal fazlalığı, büyük bir ekonomik ve sosyal çöküntüyü beraberinde getirebilir.
Korumacılık sistemi, 16. yüzyıldaki örneği dikkate alınırsa, özellikle yenidünya diye yansıtılan dünya koşullarında, emekçilerin köleleştirildiği bir sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da dolaylı olarak ekonomik sınıfları gündeme getirmektedir. İthalatın sınırlandırılmasının ihracatı da etkileyerek her ülkenin kendine yetebileceği düşünülmektedir. Bununla birlikte milliyetçiliğin yaygınlaşması da söz konusu olmaktadır. Aynı zamanda bu durum, küçük ve kendi iç dinamikleri yetersiz olan devletlerin, büyük devletlere modern köle olmaları gibi doğal bir sonuca yol açacaktır.
ABD'nin korumacılıkta ısrar etmesi; tek kutuplu hegemonyanın kaçınılmaz olarak karşıtları olan Rusya, Çin ve AB'nin uzun dönemde birlikte hareket etmesini sağlayacak ve yeniden çok kutuplu devletlerin hegemonyasının oluşmasına neden olacaktır. Ancak bu durumu fırsata dönüştürecek olan Çin, daha çok etkin olmaya çalışacaktır. Yönetimde sosyalist, ekonomide kapitalist ve içeride milliyetçi kimliği ile Çin; borç tuzağı ile çevrelediği Üçüncü Dünya ülkelerini kendi etrafında toplayarak etkisi altına alacaktır.
Ticaret savaşlarının diğer argümanı ise gelişmiş ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde ayakta durmanın ve gelişmenin olmazsa olmazı enerji kaynaklarının ulaşımı ve güvenliğidir. Avrupa Birliği, ABD ve Çin gibi küresel güçlerin devasa enerji ihtiyacı, bu ülkelerin dünya pazarındaki petrol ve türevlerine ulaşımını kendi hâkimiyetleri altında tutmak isteyeceklerini göstermektedir.
Kuruluş yıllarında kartel olan ve dünya enerjisinde tek kurum olan OPEC, günümüzde alternatiflerle bu özelliğini kaybetmiş bulunmakta ama bununla birlikte kartel etkisi kısmen devam etmektedir. ‘1973 Petrol Krizi' ve İran Devrimi ile kendi enerjisine yoğunlaşan ABD, aynı zamanda tek kutuplu dünyanın avantajını kullanarak enerji hâkimiyetini ve güvenliğini kontrol altına almıştır.
Bu konuda Brzezinski, National Interest dergisinde yayımlanan “Hegemonik Bataklık” (Hegemonic Quicsand) başlıklı makalesinde ABD politikasına açıklık getirmiştir. Brzezinski'ye göre Ortadoğu'nun enerji potansiyeli; Asya ve Avrupa ekonomilerini denetim altında tutma gücüne sahiptir. Bölgenin enerji kaynağına dair veriler, ABD'yi bu bölgeye egemen olmaya itmekte ve Ortadoğu'yu kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye yöneltmektedir. Bu, aynı zamanda Asya ve Avrupa'yı da denetim altında tutmak anlamına gelmektedir. Bunun için ABD, bölgeye içeriden ve dışarıdan herhangi bir müdahaleye müsaade etmek istemeyecektir.
Ortadoğu, dünya petrol rezervinin % 65'ine sahiptir. Buna Mısır, Cezayir, Libya ve Tunus da eklenince oran %69'u bulmaktadır. Ortadoğu petrolünün kalitesi yüksek ve maliyeti de oldukça ucuzdur. Varil çıkarma maliyeti 10 dolar civarındadır. Petrol savaşlarının sürdürülebilir olması, İslam ülkelerini enerji piyasasında söz sahibi yapacaktır. Küresel hâkimiyet; ekonomik büyüklüğe, ekonomik büyüklük ise enerji kaynaklarına sahip olmayı ve bu kaynakların güvenliğini sağlamayı gerektirmektedir. İslam ülkeleri enerji güvenliğini artırıcı politikalara yoğunlaşmalıdır. Ulusal çıkar yerine bölgesel güç birliğini getirecek kurumların oluşması ön planda tutulmalıdır. İslam ülkeleri, enerjide güvenliğin yanı sıra ulaşımı da kontrol altında tutmalıdır. Örneğin Hürmüz Boğazı ve Kızıl Deniz'in ulaşımının kontrol altında tutulması dünya enerji piyasasının büyük oranda kontrol edilmesi anlamına gelir. Bununla beraber Batılı güçlerin bu bölgelerde kendilerine alan açmasına müsaade edilmemelidir.
Rusya, enerjiyi silah olarak kullanıp AB'yi kontrol altına almaktadır. Rusya, Ukrayna'nın toprağı olan, Türkiye için de tarihi bağlar ve güvenlik açısından ‘tehdidi sınırlardan uzak tutmak' için vazgeçilmez bölge olan Kırım'ı işgal etmiştir. Uluslararası güçlerin Rusya'ya olan enerji bağımlılığı, bu işgale karşı herhangi bir yaptırım yapmasını engellemiştir. Bununla birlikte Rusya; Kuzey Akım 2 Projesiyle hem AB'yi etkisiz hale getirmiş hem de ABD'nin etkisini NATO üzerinden sorgular duruma getirmiştir. Ukrayna'nın enerji bağımlılığı, Rusya'nın müdahalesini açık hale getirmiş ve Ukrayna içinde Rusya yanlısı nüfusu ayrılıkçı hareketler olarak organize ederek Ukrayna'da iç çatışma çıkmasına neden olmuştur.
Kaya gazı faaliyetleri ABD ekonomisinin büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Vadeli petrol fiyatlarının eksi doları görmesi kaya gazı sektöründe çalışan milyonlarca insan için işsizlik ve ABD ekonomisi için büyük bir krizi tetiklemesi anlamına gelir. Bu durum Covid-19 salgınıyla birleşince işsizlik, üretimin durması, tüketimin karşılanmaması, Amerikan film sahnelerini de hatırlatan sosyal patlamalar ve bağımsızlığı tartışan eyaletleri gündeme getirmektedir. Petrol çekişmesinin sonunda, ABD'nin, AB'ye LNG'li gazlar göndermeyi bırakması muhtemeldir. Böylece Rusya için büyük bir fırsat oluşur. Hatta AB'nin enerjisinden dolayı tamamen Rusya'ya bağımlı hale gelmesi kaçınılmaz olabilir.
11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırılarıyla küresel bir tehdit ile yüzleşen ABD, yönlendirmeler ile ilkin Afganistan'a; ardından Irak'a saldırmıştı. Akabinde 11 Aralık 2001 tarihinde üzerindeki kotaların kaldırılmasıyla Çin, Dünya Ticaret Örgütüne üye yapılmıştı. Bugün tartışılan çok kutuplu dünyanın temelleri o gün atılmaya başlanmıştı. ABD, İslam'ı hedef almakla meşgul olmuş; Çin ise bir anda tüm dünyada ucuz işçilik, alternatif ucuz pazarlar ile tüm ülkelere ihracatı başlatmış ve ardından “Bir Kuşak Bir Yol” projesiyle 70'ten fazla ülke ile anlaşmalar yapmıştır. Anlaşma yaptığı ülkelere korumacı bir ekonomik sistem anlayışıyla kendi imkânları ve iş gücüyle hizmet götürmüş, o ülkeleri borçlandırmış ve kendine bağlı hale getirmiştir. Borçlarını ödeyemeyen ülkelerin stratejik limanlarını veya “Bir Kuşak Bir Yol” için lojistik konumdaki yerlerin borç karşılığı verilmesi için baskı yaparak ve çoğunlukla elde etmektedir. Şimdi ise ham madde ithalatında 20 doların altında seyreden petrol fiyatlarıyla ihracata dayalı büyümeyi sürdüren Çin, iki aylık Covid-19 salgınında kaybettiklerini çok hızlı bir şekilde telafi etmiştir. Tüm dünya ülkelerinin yıllık büyümelerinin eksilere düşmesi söz konusu iken Çin büyümeye devam edecektir.
Kaybedilen Afganistan ve Irak Savaşları, akabinde devasa savunma harcamaları gibi nedenlerle 2008'de ABD merkezli küresel kriz ortaya çıkmıştır. Ticaret savaşları, petrol savaşları ve yıkımı devam eden Covid-19 salgınıyla çökmeye yakın altyapı ve krize odaklanmış ekonomisi; ABD'de çok büyük sıkıntıların patlamak üzere olduğunu göstermektedir. Sosyal düzen ve tarihin akışı boşluk kabul etmemektedir. ABD'nin, dünyanın birçok yerinde ekonomik ve siyasal düzen oluşturabilecek durumda olamaması bu bölgeleri çok kutuplu dünyada söz sahibi olabilecek ülkelerin veya bölgesel güçlerin etkisi altına alacaktır. ABD için belki asıl tehlike, küresel hegemonyada rakip olabilecek Çin ve Rusya'nın tehditleri değil, kendi varlığının kendi topraklarında bir bütün olarak devam etmesini zorlaştıracak ekonomik durgunluk, birikmiş borç ve çökmeye doğru giden altyapısıdır. Bu durumda ABD için tek kutuplu dünyanın son bulması ama bununla birlikte teknoloji ve savunma birikiminden dolayı etki alanı daralmış güçlü bir ülke olarak varlığını sürdürmek söz konusu olacaktır.
BM, kuruluşundan bu yana AB ise özellikle BREXIT ile biçimsel bir örgüt olmaktan kendilerini kurtaramamışlardır. Son gelişmelerle bu kurumların işlevi ve hatta varlığının tartışılması daha gür sesle dillendirilecektir.
Vadeli petrolün eksileri görmesi şüphesiz enerji üretiminde zayıf, tüketiminde ise büyüme garantisi olan Çin gibi ülkelerin lehine olacaktır. Rusya; bu savaşta tetikçilik yapmak ve ABD'yi bertaraf etmek istemesinden kaynaklı yıllardır altına yatırım yapmaktaydı. Ekonomide petrol önemli bir yer tutsa da silah teknolojisi ve doğal gaz sektörü güçlü konumdadır.
Küresel hegemonyanın en belirgin kıstaslarından biri de rezerv para biriminin ABD doları olmasıdır. Petrol fiyatlarının eksilere geçmesinin doları işlevsiz hale getirip rezerv para olmaktan çıkarması durumunda rezerv paranın ne olacağı ise soru işaretidir. Üretimi kısıtlı emtialardan altın veya gümüş ya da kripto para olan ‘bitcoin' olması muhtemeldir. Covid-19 salgını ile kâğıt paranın virüs taşıyor olma ihtimaline karşı bazı ülkeler, elektronik para birimine yönelip bu parayı tercih etmeye başladılar. Elektronik para geçici çözüm olacağından daha kalıcı ve küresel olması için bitcoinin rezerv para olması gündeme taşınacaktır.
Salgının belli bir yaş gurubu için ölümcül olmasıyla Çin, yaşlı nüfusunu ve hasta vatandaşlarını gözden çıkararak nitelikli bir nüfusa sahip olmayı gaye edinmiş olabilir. Diğer küresel güçler ise bu salgınla tüm dünyada yaşlı nüfus ve hasta nüfusu minimize edip dünya nüfusunu düşürmek istemektedirler. Bu bir komplo teorisidir. Ancak salgının birkaç dalga halinde gerçekleşmesi, büyük bir küresel kaosu beraberinde getirecektir.
Salgını kontrol altına almaları halinde Batılı güçlerin Çin'den tazminat talepleri olacaktır. ABD, İngiltere, İtalya ve Tayvan'ın elinde virüsün Çin'de 2019 Aralık'tan önce ortaya çıktığı ve Çin'in bunu sakladığı ile ilgili kanıtların varlığı ve bu ülkelerin bir araya gelerek Çin'e baskı yapmak istemeleri farklı sonuçlar doğuracaktır. ABD Başkanı Trump'ın “Çin Virüsü” söylemi tesadüfî değildir. ABD, Çin'in arkasındaki küresel sermayeyi deşifre edip kendi etrafında tepkisel bir kamuoyu oluşturmak istemektedir.
Covid-19'la durgunlaşan küresel piyasanın ardından uluslararası kuruluşlar IMF, Fitch, Dünya Sağlık Örgütü, OECD, Dünya Bankası ve S&P'nin hep bir ağızdan küresel bir felaketten bahsetmeleri ve Çin lehine hareket etmeleri, arkalarındaki küresel ekonomik gücün de Çin tarafına geçtiğine işaret kabul edilebilir. Bu bağlamda London of City finans merkezinin, Çin'de bir merkez oluşturduğunu belirtmek gerekiyor. “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin her iki merkezi bir finans merkezi olacak şekilde planladığından söz etmek mümkündür.
Günümüze kadar ABD tarafından ileri sürülen; deniz hâkimiyet teorisi, kara hâkimiyet teorisi, hava hâkimiyet teorisi ve kenar kuşak hâkimiyet teorileriyle ABD; Rusya, AB ve Çin'i kontrol altında tutmuştur fakat kara hâkimiyet teorisine göre güçlü konumda Rusya ve Çin olmuştur. Çin bununla yetinmeyip “Bir Kuşak Bir Yol” projesini denizlere de taşıyarak deniz hâkimiyet teorisinde ve ABD ile havada yarışmak için savunma teknolojisi ağırlıklı olarak hava savunma teknolojisi ve uzay teknolojisinde rekabette artı duruma geçmek istemektedir.
Covid-19 salgınının uzun süre devam etmesi durumunda ayrıca küresel bir kıtlık ve su savaşlarına neden olması kaçınılmazdır. Salgının dalgaları belki hastalık olarak değil ama sonuçlarını, su savaşları, kıtlık, açlık, göçler ve toplumsal çöküntüler olarak görmek mümkündür.
Covid-19 ile küresel bir tsunami yaşanırken küresel sistemin öncü devletlerinin işbirliği yapmak yerine petrol savaşlarına başlamaları, insanlığa pek değer vermediklerini gösterdiği gibi, küresel düzenin yıkılmaya doğru gittiğini de göstermektedir. Etkisini kaybetmiş bir ABD ile birlikte Çin ve Rusya'nın yeni yapıda yer edinmeleri kaçınılmaz görünmekte, bunlara ek olarak NATO'nun da işlevsizleşmesi halinde Almanya da küresel sistemde yer edinecektir. Bunlara İslam ülkelerinin de dâhil olması gerekirken bazen yöneticilerin şahsi ve küçük hesapları bu durumu zorlaştırmaktadır. ‘Çok kutupluluk' Uluslararası İlişkiler terminolojisinde öngörülmez olarak değerlendirilmektedir fakat adil bir yönetimin güç odakları arasında olması, durumu öngörülür yapacaktır. İslam ülkelerinin D-8 ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi kurumların çatısı altında daha güçlü hareket etmeleri gerekmektedir. İİT; BM gibi biçimsel değil aktif bir kurum haline getirilmelidir. İslam ülkeleri, problem teşkil eden konularda müdahale etmek için askeri veya silahlı güç yerine, belirleyici bir siyasal güç olacağını bilerek hareket etmelidir. Bu potansiyelin en makul ortamı İslam ülkelerinin birlikte hareket etmesiyle mümkün olacaktır.
Türkiye, değişen sistemde salgından çabuk kurtulan ülke olması durumunda, süreci Çin gibi lehine çevirebilir. Fakat Türkiye; Çin gibi çıkarcı olmamalı; yumuşak gücü (Soft Power) özellikle İslam ülkeleri ve Afrika üzerinde kullanarak yardımlarını arttırmalı ve bu fırtınayı küresel güçlerin çekişmesini fırsat bilerek İslam ülkeleriyle iyi bir diyalog ve işbirliği için fırsata dönüştürmelidir. Böyle bir siyaset Türkiye'yi uluslararası etkinlikte öncü durumuna çıkaracaktır. Kars, Tiflis, Bakü hattında Demir İpek Yolu'nu aktif kullanmaya başlaması, Çin'in bölge ülkeleri üzerindeki etkisini kıracaktır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın “Gelişmeler Hazar geçişli orta koridorun güçlendirilmesinin önemini bir kez daha ortaya koymuştur.” söylemi Türkiye'nin küresel çapta oynanan oyundan ve hazırlanan plandan haberdar olduğunu göstermektedir.
Türkiye; yumuşak gücünü, içerideki potansiyel sivil toplum gücü de arkasına alarak etkin kullanmalıdır. Özellikle bu süreçte ihtiyaç sahibi ülkelere tıbbi ve insani yardımlarla uluslararası bir iyilik harekâtı kurmalı; bu harekâtı uluslararası kamuoyunda etkin bir güç haline getirmek için Pakistan, Endonezya, Malezya, Tunus, Libya ve Sudan ile Somali dâhil edilerek, bir uluslararası insani örgütün varlığının oluşturulmasına öncü olunmalıdır. İyilik hareketinin; yumuşak güç kullanılarak, yardım yapılan ülkeler ikna edilerek ve harekete dolaylı veya doğrudan üye yapılarak büyümesi sağlanmalıdır. Bu örgütsel yaklaşım, İslam dünyasında hem yeni bir hareketlilik getirecek ve hem de kendi ayakları üzerinde durması gerektiği hissini güçlendirecektir. Örgütün “insani ve yardım” vurgusu küresel bir etki oluşturması ve güçlü bir oluşum olmasını kaçınılmaz kılacaktır.