Kanal İstanbul Projesi Üzerine Çevresel ve Kentsel Bir Değerlendirme
Müslüm Botan
İstanbul tarihsel derinliği, kültürel zenginliği, konumu ve tabiat güzelliği bakımından dünyanın en önemli şehirleri arasında yer almaktadır. Barındırdığı kültürel çeşitlilik yönüyle önemli olmakla birlikte İstanbul, İslam kültür mirasının en önemli örneklerinden biridir. Bu birikimin işaretleri olan camiler ve onların etrafında kümelenen evlerden müteşekkil İstanbul, İslam şehir düzeninin en önemli sembolü haline gelmiştir. Ancak bunlarla beraber İstanbul'u özellikle Osmanlı döneminde güzel kılan yönü ‘su' ile olan bütünleşik durumudur. Zira ‘su' gerek şehir ölçeğinde gerekse ev ölçeğinde, mekânın ve tabiatın ayrılmaz bir parçası olagelmiştir. Bu bütünlüğün en güzel örneklerinin görüldüğü yer ise şüphesiz boğaz ve çevresidir.
İstanbul, Osmanlı döneminde yangın ve deprem gibi birçok doğal afetlere maruz kalmış ama şehir kimliğini kaybetmemiştir. Ancak Osmanlı'nın Batılılaşma sürecine girmesiyle beraber, İstanbul'a, batıda ortaya çıkan kent planlama ideolojilerinin yaklaşımlarıyla çeşitli müdahaleler yapılmıştır. Müteakip zamanlarda, yani cumhuriyetin ilanıyla birlikte “ihmal edilen”, 1936'dan sonra batıdan getirilen planlamacılar tarafından cadde ve sokaklarına “rasyonellik” verilen ve 1950'lerden sonra ise dönemin hükümeti tarafından “sahip çıkılan” ve bu yüzden bu dönemde de ciddi dönüşümlere şahitlik eden bir şehir olmuştur. İstanbul'un tarihi dokusunun büyük oranda yok oluşunu içeren bu zaman dilimlerinden, özellikle 1936'dan itibaren tarihi yarımada da otomobil merkezli “planlama” adımları şehrin bütünsel tarihi dokusunu ortadan kaldırmaya başlamış ve şehir içinde otomobil ulaşımına olan önemi arttırmıştır.
Bu süreç 1956-1960 yılları arasında dönemin başbakanı Adnan Menderes'in eliyle devam etmiştir. Sürecin bu safhası, ideolojik olmaktan öte halka ve şehre “hizmet” veya İstanbul için yeniden “fetih” hareketi niyetiyle gerçekleştirildiği söylenebilir. Özellikle trafik sıkışıklığını gidermek, geleneksel İstanbul'un organik/dolambaçlı sokak dokusunu yeniden daha rasyonel hale getirmek ve İstanbul'u ziyaret eden yabancılar için daha erişilebilir ve “cazibeli” bir İstanbul'a sahip olmak amacıyla birçok yeni yollar açılmıştır. Bu süreçte İstanbul için en önemli projelerden ikisi, 1973'te açılan Boğaziçi Köprüsü ve 1989'de inşa edilen Fatih Sultan Mehmet Köprüsü olmuştur.
İstanbul, Ak Parti dönemiyle birlikte yeni bir “inşa” sürecine girmeye başladı. Başta Tüp Geçiş Projesi(Avrasya Tüneli) olmak üzere, boğazda Karadeniz'in girişinde yapılan üçüncü asma köprü olan “Yavuz Sultan Selim Köprüsü”, Galata'dan tarihi yarım adaya bağlanan “Haliç Metro Köprüsü”, denize yapılan dolguyla düzenlenen “Yenikapı Meydan Projesi”, “İstanbul Hava Limanı” ve “Kuzey Marmara Otoyolu” ve bağlantılı yolları, Marmaray ve diğer raylı hatların inşası, Taksim meydanının yeniden düzenlenmesi ve “kentsel dönüşüm”e yönelik atılan adımlar bu dönemin önemli plan/projeleri arasında yer almaktadır. İstanbul özelinde gerçekleşen bu ölçekteki proje silsilesinin bugünkü ve belki de en büyük ayağı ise hiç tartışmasız “Kanal İstanbul Projesi”dir.
Çıkış noktası itibariyle bu yatırımın en ayırıcı özelliği “Montreux (Montrö) Sözleşmesi” sebebiyle alternatif bir uluslararası suyolunun oluşturulmasıdır. Etkileri bakımından ise söz konusu proje kentsel, çevresel, jeolojik, iklimsel, ekonomik, stratejik ve güvenlik gibi çok boyutlu bir tartışma zeminine oturmaktadır. Ancak burada, İstanbul'un yakın tarihteki “mega” projeler tecrübesi de dikkate alınarak, özellikle çevresel ve kentsel bağlamda bir değerlendirme yapılması önem arz etmektedir.
İstanbul'un yakın tarihinde hayata geçirilen projeler, beraberinde önemli tartışmalar da getirmiştir. Yapılanların birer “yatırım” ve “hizmet” girişimi olarak kabul edilmesi ve başta ulaşım/erişim olmak üzere birçok noktada konforu arttırdığı yönünde hâkim bir görüş mevcuttur. Ancak buna karşılık, İstanbul'un tarihi ve kültürel mirasının baskı altına girmesi ve nihayetinde tahrip olması, nüfus artışı, arsa spekülasyonları, araç trafiğindeki yoğunluk gibi sonuçlar bu potansiyelin olumsuz sonucu olarak zikredilmektedir. Ayrıca İstanbul'da kontrolsüz büyümeyle birlikte önce gecekondulaşmanın sonrasında ise yüksek katlı yapılaşmanın yoğunluk kazanması şeklinde ortaya çıkan sonuçların İstanbul'da yaşam kalitesini düşürdüğü de söylenebilir. Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, sadece Türkiye'de değil, ölçeği bakımından dünyadaki sayılı büyük projeler arasında gösterilebilecek olan “Kanal İstanbul Projesi", üzerinde hassasiyetle düşünmeyi gerektirmektedir.