İslâmîleşmeden Ümmetleşmeye
İslâm dünyası, İslâmîleşmenin küçük bir “İslâmcı” elit faaliyeti olarak görünmesi sürecini geride bırakmıştır. İslâmîleşme, elit sınıf içinde alanını genişletmiş; yönetimler için ekonomik, siyasi ve ilmî bakımdan göz ardı edilemeyecek bir büyüklüğe ulaşmış; eş zamanlı bir şekilde halk kitlelerine açılarak yönetimlerin yok sayamayacağı bir kamu gücü elde etmiştir.
İslâm karşıtı uluslararası güçlerin İslâmîleşmeyi ulus devletler için “tehdit” gösterip ulus devletler eliyle baskı altına alma planları -Mısır ve Bangladeş bir yana bırakılırsa- başarısızlığa uğramıştır. Ulus devletlerin İslâmîleşmeyi engelleyerek uluslararası güçler nezdinde meşruiyet kazanma emelleri de boşa çıkmıştır.
Uluslararası güçlerin eğitim, sağlık, sosyal yardım gibi “hizmet”ler üzerinden halk nezdinde palazlandırıp Şimon Perez'e rahmet okuyacak kadar kendilerine bağlı “alternatif, soft” sahte bir İslâmîleşme üretme girişimleri de tutmamıştır. İslâm dünyası, mukaddes değerlerini hiçbir hizmete değişmemekte, düşmanları ile işbirliği yapanları iyi karşılamamaktadır.
Diğer yandan Suudi Arabistan girişimleri ile İslâmîleşmeyi “Selefileştirerek” sert bir söylem etrafında etkisizleştirme girişimleri de bu akıma kapılanların samimiyetlerinden ve uygulanan planı görünce kendilerini toparlamalarından dolayı etkisizleşmekte, başarısızlığa uğramaktadır.
Bu tabloya bakıldığında İslâmîleşmenin devam edeceği kesin görünmektedir ama İslâmîleşmenin önünde engeller, daha doğrusu tehditler de yok değildir. Bu tehditlerin başında;
1. Yönetenler açısından yolsuzluğa bulaşma ve istikrara hizmet etmeyecek boyutta otoriterleşme,
2. Hem yönetenler hem yönetilenler açısından kapitalistleşme,
3. Yine hem yönetenler hem yönetilenler açısından liberalizme yönelme; ahlâki ilkeleri yok sayma gelmektedir.
Bunların her biri, göz ardı edilemeyecek kadar önemli ve aynı zamanda biri diğerini besleyecek kadar ilintilidir.
Yolsuzluk; “dürüstlük” arayışındaki kitlelerin umut bağladığı İslâmîleşmeyi itibarsızlaştırmakta; istikrara hizmet etmeyen bir otoriterleşme, dağılmaya yol açmaktadır. (Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. Al-i İmrân, 159)
Sermayenin bir kesimin elinde toplanmasını ifade eden kapitalistleşme, İslâmîleşmeyi sağlayan önemli etkenlerden “sosyal adalet”e zarar vermektedir. Liberalleşme, İslâmîleşmenin en önemli getirilerinden biri olarak görülen ahlakîliği temelsiz bırakmakta; tasarruf ehli olma ve arzularını gemleme gibi önemli nitelikleri yok etmekte, İslâmîleşmeyi kendi içinde çeliştirerek öldürmektedir.
İslâmîleşmeye öncülük edenlerin bu tehditlerin farkında olması ve bu tehditlerin hâlâ yönetenlere açıkça hatırlatılabilmesi, İslâmîleşmenin bunlara takılmayacağı yönünde umut vermektedir.
Yaşananlara ve tepkilere bakıldığında bu tehditlerle ilgili problemlerin geçiş döneminin aksaklıkları olarak kalması umudu güçlenmektedir. Bu aksaklıklara rağmen İslâmîleşme yönündeki toplumsal kabul ve istek, bu umudu zayıflatmak isteyenlerin aleyhine işlemektedir.
İslâmîleşmenin önündeki en büyük tehdit ise hâlâ dışarıdan gelmekte, uluslararası güçler, İslâmîleşmeye tahammül etmemekte; İslâmîleşmeyi kendi içlerindeki sıradan Müslümana ve İslâm dünyasında bir proje olarak yürüten yönetimlere karşı bir yaptırım gerekçesine dönüştürmek istemektedir. İslâm dünyasının teknoloji konusunda yeteri kadar gelişmemiş olması, bu yaptırımların İslâm dünyasının geleceğini etkileyecek bir tehdide dönüşmesi potansiyelini ortaya çıkarmaktadır.
Bu durum göz önünde bulundurulduğunda İslâm dünyasının sorunları, toplumların ayrı ayrı kendi gerçeklikleri içinde İslâmîleşmesi ile çözülmekten uzaktır. İçerideki problemlerin dışarıdaki tehditlerle buluşması durumunda İslâmîleşmenin geleceği daha da tehlikeye girmektedir. Buna karşı alınacak en büyük önlem ise İslâmîleşmenin hızla “yeniden ümmetleşme”ye doğru yol almasıdır.
Yeniden ümmetleşme, uluslararası güçlerin Müslümanları dağıtmaya dönük planlarına yönelik etkili bir saldırı olacağı gibi oto kontrol mekanizmalarını da güçlendirerek iç tehditleri de bertaraf etmede etkili olabilir.
Bunun için ümmetleşme, farklı etnik yapı ve farklı mezheplere mensup Müslümanların birbirlerini sevme ve birbirlerinin dertleri ile dertlenme noktasını aşmalı, ortak kurumlar içinde buluşmaya dönüşmelidir. Bu buluşmadan kasıt, üretilmiş sınırların hemen kaldırılması değildir; ilk evre için, mevcut koşullar altında herkesin kendi sınırları içinde bu ortaklığa azami katkıyı sağlamasıdır.
Kudüs vesilesiyle İstanbul'da toplanan İslâm İşbirliği Konferansı'na bütün İslâm ülkelerinin katılmış olması ve buradan nihai açıklamaya açık bir itirazın yapılmaması; ardından Birleşmiş Milletler'de İslâm ülkelerinin birlikte hareket edebilmeleri; bununla kalmayıp birkaç “devletçik” dışında bütün dünyayı ABD ve İsrail'e karşı kendi kararları etrafında toplayabilmeleri ümmetleşme yönünde simgesel değere sahip iki adımdır. Müslümanlar, özellikle BM adımıyla İslâm birliğinin yanında, insanlık birliği yönünde de potansiyellerini ortaya koymuşlardır.
ABD ve İsrail'in önümüzdeki dönümde bu durumu ayrıntılı bir şekilde tahlil edeceği ve bu simgesel adımların daha ileri adımlara dönüşmemesi yönünde tedbirlere başvuracağı gözler önündedir.
İslâmîleşme daha çok toplumlar, ümmetleşme ise yönetimlerle ilişkilidir. ABD ve İsrail, bir yandan İslâmîleşmeyi engellemekle uğraşırken onun neticesi olacak ümmetleşmeyi engelleme konusunda daha geniş imkânlara sahiptirler. Silahlı güçleri, teknolojide ulaştıkları olanaklar ve ekonomiyi yönlendirme kabiliyetleri onlara yönetimleri tehdit, şantaj ve rüşvetle kendi yanlarında tutma olanağı vermektedir. İslâm dünyası, bu tehdit, şantaj ve rüşvetin yansımalarını açıkça “izlemektedir”; önümüzdeki dönem de izlemeye devam edecektir. Bunun da önüne geçmek, yine ancak kurumsal bir ümmetleşmenin sağlanması ile mümkündür. Kurumsal bir ümmetleşmenin hâsıl edeceği silahlı güç, ekonomik işbirliği ve bilimsel ilerleme, İslâm dünyasının dışarıya bağımlılığını azaltarak özgür hareket etme kabiliyetini artıracak; ABD ve İsrail girişimlerini etkisizleştirecektir.
Ümmetleşmenin önündeki en büyük engel ise ırkçılık ve mezhepçiliktir. Ümmetleşmenin mevcut koşullarda sınırlara saygı içinde gerçekleşmesi ırkçılığı etkisizleştirme yönünde kısmi bir işlev görmektedir. Ama ırkçılığın daha da etkisizleşmemesi, Fransız İhtilali'nin neredeyse bir ideolojiye büründürdüğü bu eğilimin ümmetleşmeye karşı bir canavar konumunda durmasına yol açacaktır. Irkçılık, otoriterleşmeyi de beraberinde getirerek mevcut İslâm ülkelerini parçalama; öte yandan ümmet çapında buluşma taleplerinin hedefine ulaşmasını engelleme potansiyeline sahiptir. Nitekim ABD ve İsrail hâlâ her iki yönde de çalışmalarını devam ettirmektedirler. Bir yandan mevcut İslâm ülkelerini parçalama çabalarını desteklerken diğer yandan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) etrafında bağımlı bir milliyetçilik üretmektedirler.
İslâm dünyasının 19 ve 20. yüzyıllarda genellikle aştığı mezhepçilik ise İslâmîleşmeyi saptıran bir yapı olarak ırkçılıktan daha tehlikeli konumda durmaktadır. Mezhepçilik, yaşlanmış ırkçılığa göre daha genç ve aksiyoner durmakta; eylemleri ile İslâmîleşmenin selamete çıkarma yerine yeni çatışmalar doğuracağına dair iddialar için resmen delil üretmektedir. İslâm dünyası, yüzyılların tecrübesiyle mezhebinin sınırları içinde kalarak birlikte yaşamayı öğrenmiştir ama yakın geçmişte Suudi Arabistan kaynaklı bir yapıyla Müslümanlar “mezhepsizleştirilerek” dağıtılmak istenmiş, hazır durumda ise “mezhepçileştirilerek” dağıtılmak istenmektedir. Bu istek, İslâm dünyasında bir iç savaş çıkarma potansiyelini esasen barındırmamakta ama İslâm dünyasının bir kesiminin diğerinden duyduğu nefret ve korkuyla emperyalistlerin safında yer alma tehdidini barındırmaktadır. Bu, geriye götüren, yobaz eğilimin İslâm dünyasında son bulması ya da etkisini yitirmesi, ümmetleşmeyi önündeki büyük tehditlerin birinden koruyacaktır.
İslâm dünyası ırkçılık gibi bu tehdidi de bertaraf etme eğilimindedir ancak bu eğilimi her tür ırkçılık ve mezhepçilikten uzak bir söylemle izah edecek ilmî bir yapı oluşmamıştır. Böyle bir söylemi besleyecek ilmî kurulların her tür gösterişten uzak olarak oluşması elzemdir. Bununla birlikte mezhepçiliği anlamsızlaştıran fiilî adımların atılması da mezhepçiliği bertaraf etme yönünde etkili olacaktır.
(Bu yazı 26.12.2017 tarihinde Doğruhaber Gazetesi'nde yayımlanmıştır.)