Cinsel Sapmaya Hukuki Korumadan Kadına Yönelik Şiddetin Artmasına: İstanbul Sözleşmesi
GİRİŞ
İstanbul Sözleşmesi, 2011'den beri Türkiye'nin gündemindedir ve hâlâ gündemdeki yerini korumaktadır. Belki 1923'ten sonra Batı dillerinden çevrilmekle yetinilen Devrim Kanunları bir yana, ilk defa Türkiye'de bir hukuk metni, bu kadar az müzakere edilerek kabul edilip daha sonra bu kadar tartışılmıştır.
Halkın kendisini ilgilendiren hukuki düzenlemeleri eleştirme ve sorgulaması olumlu bir gelişmedir. Ancak halkın duyarlılığının yönetimde yeteri kadar karşılık bulmaması da düşündürücüdür.
Batı'dan gelen her uygulamayı olduğu gibi kabulden yana uç bir kesim Sözleşme'yi hararetle savunmakta, Batı'dan gelen sair düşünce ve uygulamalar gibi değerlerinin bir parçası olarak değerlendirmektedir. Batılı uygulamalara mesafeli olması beklenen bazı kadın kuruluşları ve kadın milletvekilleri de onlara yakın bir noktada durmaktadır. Bu kuruluşlar, cinsiyet eşitliği ile ilgili kısımlarını yok sayarak sözleşmeyi kadın haklarının en modern güvencesi olarak değerlendirmektedir.
Toplumun önemli bir kesimi ise Sözleşme'nin uygulanması neticesinde oluşan mağduriyetleri görmekte, sözleşmenin insan ve aile için oluşturduğu tehditle ilişkili olarak bir an önce iptal edilmesi talebinde bulunmaktadır.
Sözleşme'yi savunanlar Sözleşme'nin kadını şiddetten koruduğunu iddia etmektedir. Sözleşme'ye karşı duranlar ise Sözleşme'nin kadını korumadığını, kadına yönelik şiddeti arttırdığını ve aile kurumunu dağıttığını ifade etmektedir. Buna ek olarak Sözleşme'nin asıl amacının; doğuştan gelen tabii cinsiyete karşı, ideolojik ve ahlaki sapmalarla kurgulanan, bireylere telkin edilip dayatılan cinsel tercihleri koruma altına almak olduğunu dillendirmekteler.
Dolayısıyla Sözleme üzerine bir mutabakat söz konusu olmadığı gibi Sözleşme'ye karşı keskin duruşlar ve farklı perspektifler söz konusudur.
Çalışmamız yukarıdaki görüşler ve iddialar bağlamında Sözleşme metnini merkeze alarak hazırlanmıştır.