İletişim Bilgileri     Arama

Başbakanlık'tan Devlet Başkanı Yardımcılığı Sistemine Geçiş mi?

  • Anasayfa
  • Analiz
  • Başbakanlık'tan Devlet Başkanı Yardımcılığı Sistemine Geçiş mi?
Başbakanlık'tan Devlet Başkanı Yardımcılığı Sistemine Geçiş mi?

Başbakanlık'tan Devlet Başkanı Yardımcılığı Sistemine Geçiş mi?

2007 yılında anayasada yapılan değişiklik ile halkın ilk kez doğrudan cumhurbaşkanını belirlemek için sandık başına gittiği 10 Ağustos 2014 tarihinde düzenlenen seçimde, Recep Tayyip Erdoğan oyların yüzde 52'sini alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 12. Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan'ın yemin edip göreve başlayacağı tarihten bir gün önce, 27 Ağustos 2014'te AK Parti 1. Olağanüstü Kongresi gerçekleştirildi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, tek aday olduğu kongrede AK Parti Genel Başkanı seçildi.

Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın onayının ardından 29 Ağustos 2014'te yeni Bakanlar Kurulu'nu açıkladı. Eski kabine büyük oranda korundu, Davutoğlu kabinesine sadece dört yeni isim girdi. Aynı şekilde partinin MYK'sında da sınırlı sayıda değişiklik yapıldı. Henüz seçilmeden “farklı” bir Cumhurbaşkanı olacağını söyleyen Erdoğan'ın hükümet işlerine yönelik müdahalesine Davutoğlu, dokuz aylık ilk Başbakanlık döneminde en azından kamuoyu önünde itiraz etmedi. Daha sonraki süreçte de bu tavrını genellikle sürdürdü.

AK Parti, 7 Haziran 2015 seçimlerine Davutoğlu'nun genel başkanlığında girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu seçimin propaganda süreci devam ederken sahaya indi, “toplu açılış ve halkla buluşma” adı altında mitingler yaptı, bu mitinglerde başkanlık sistemini anlattı ve iktidar için 400 milletvekili istedi. AK Parti, bu seçimden bir önceki genel seçime göre dokuz puan kayıpla yüzde 41 oyla çıktı. Bu sonuç, AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılından beri ilk kez tek başına iktidara olamayacağı anlamına geliyordu. Bu nedenle Ahmet Davutoğlu en çok oyu alan partinin genel başkanı olarak Cumhurbaşkanından aldığı hükümeti kurma göreviyle MHP ve CHP ile koalisyon arayışlarına girdi. Ancak uzun süren koalisyon görüşmeleri sonuçsuz kalınca Cumhurbaşkanı Erdoğan, anayasadaki yetkisini kullanarak seçimlerin yenilenmesine karar verdi.

Seçimlerin yenilenmesi kararından sonra, 12 Eylül 2015 tarihinde düzenlenen AK Parti 5. Olağan Kongresi'nde Davutoğlu'nun hazırladığı MKYK listesinin yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şekil verdiği ve kendisine yakın isimlerin yer aldığı liste oluşturuldu. Bu süreçte eski Ulaştırma Bakanı ve Cumhurbaşkanının o dönemdeki  başdanışmanı Binali Yıldırım'ın Davutoğlu'na karşı aday olabileceği haberleri yayıldı. Hatta Binali Yıldırım'ın 900 delegeden imza topladığı, Davutoğlu'nun ise MKYK listesinde inisiyatifi tümüyle Erdoğan'a bırakması üzerine adaylıktan vazgeçtiği iddiaları basında yer aldı. Hülasa başka aday çıkmadı ve Davutoğlu tekrardan genel başkan seçildi. Kongre sonrasında yapılan 1 Kasım 2015 seçimlerinde ise, AK Parti yüzde 49 oyla birinci parti oldu ve yeniden tek başına iktidara geldi.

AK Parti'nin tekrar tek başına iktidara geldiği bu dönem, 1 Kasım seçimlerinden önce “Çözüm Süreci”nin bozulması ile artan şiddet ile mücadele, yeni anayasa çalışmaları ve dokunulmazlıkların kaldırılması ile geçerken; anlaşıldığı kadarıyla, 29 Nisan 2016'da toplanan MKYK, Cumhurbaşkanı ile Başbakanın ilişkilerinde bir kırılmaya neden oldu. Çoğunluğu Erdoğan'a yakın MKYK üyeleri teşkilatlara atama yapma yetkisinin ilgili genel başkan yardımcısından alınıp yeniden MKYK'ya devredilmesini talep etti. Bunun bir kriz yarattığı medyada konuşulmaya başlanmışken, Başbakan Ahmet Davutoğlu ilk imzanın kendisi tarafından atıldığını söyleyerek tartışmaların önüne geçmeye çalıştı. Sonuçta Recep Tayyip Erdoğan'ın Genel Başkanlığı döneminde MKYK tarafından Teşkilâttan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısına devredilen "İl ve ilçe teşkilâtlarını görevden alma ve atama yapma" yetkisi tekrar MKYK'ya devredildi. MKYK sonrası açıklama yapan AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, "Teşkilâtlarla ilgili yetki MKYK'ya aittir. MKYK yetkisini teşkilât başkanına devretmişti. Bugün alınan kararla tekrar MKYK'ya alındı.” diyerek bir krizin söz konusu olmadığını, kararın oy birliği ile alındığını söyledi.

MKYK'da gerçekleşen yetki devrinin ardından 1 Mayıs Pazar günü “Pelikan Dosyası” isimli bir blogda “Selam Olsun!” başlığı ile bir dosya yayınlandı. Dosyanın hazırlayıcılarının Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yakın olduğu yönünde bir izlenim oluşsa da kim veya kimler oldukları anlaşılamadı. Yazıda, Davutoğlu'nun Genel Başkanlık ve Başbakanlık görevine gelmesinden bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aralarındaki ihtilaflı konular yer alıyordu. Dosya ile ilgili haberler kamuoyunda duyulurken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın danışmanı Mustafa Varank ve AK Parti milletvekili Aydın Ünal gibi isimler dosyayı hazırlayanları “fitne” çıkarmakla suçladı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, AK Parti'de teşkilât başkanının yetkilerinin MKYK'ya devri ve “Pelikan Dosyası” sonrasında ilk kez 3 Mayıs Salı günü parti grubunun karşısına çıktı. Davutoğlu, "Bugün herkes imtihandadır. İnandığımız doğrulardan, lekesiz ve temiz siyasetten geri durmayacağız” derken konuşmasına oldukça sert bir ses tonu hâkimdi. “Nefsimi ayaklar altına alırım, bir fâninin terk etmeyeceği düşünülen her makamı elimin tersiyle iterim ama asla bu kutlu hareketteki hiçbir dava arkadaşımın kalbini kırmam." diyerek parti tarihinin belki de en kısa grup toplantısını sonlandırdı.

Sonraki gün gözler, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasında Beştepe'deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde “olağan” olduğu duyurulan görüşmeye çevrildi. Akşam saatlerinde görüşmenin anlaşmazlıkla sonuçlandığı ve AK Parti'nin olağanüstü kongreye gideceği medyaya yansıdı. Davutoğlu'nun 5 Mayıs günü saat 11:00'da AK Parti Genel Merkezi'nde MYK'yı toplayacağı ve sonrasında da kamuoyuna açıklama yapacağı duyuruldu. Başbakan Davutoğlu herkesin merakla beklediği MYK sonrası açıklamasında, “Er refik kable't tarîk (yoldan önce yol arkadaşı)” diyerek yola çıktığı arkadaşlarının son MKYK'daki yetki devrinde takip ettiği yöntemi refik olmakla bağdaştıramadığını ve görevini bırakmak zorunda kalmasının kendi tercihi değil bir zaruretin neticesi olduğunu söyleyerek partisini 22 Mayıs'ta kongreye götüreceğini, olağanüstü kongrede aday olmayacağını, milletvekili olarak partide kalmaya ise devam edeceğini açıkladı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun görevi bırakacağına dair yaptığı açıklamanın ardından, aldığı kararın arka planında neler olduğuna dair pek çok iddia ileri sürülmektedir. Bu iddialar, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında görüş ayrılıkları olduğu yönünde yoğunlaşmaktadır. Söz konusu görüş ayrılıklarını şu şekilde sıralamak mümkündür:

1.      Milli İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan'ın Aday Olması: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hakan Fidan'ın 7 Haziran seçimlerinde milletvekili adayı olmasına olumlu bakmadığını açık bir şekilde belirtti, bunu Başbakan'a da ilettiğini söyledi. Bunun üzerine Fidan, adaylığını geri çekti ve görevine geri döndü.

2.      Dört Eski Bakanın Yüce Divan'a Gönderilmesi: 17-25 Aralık operasyonundan sonra 4 bakan -Zafer Çağlayan, Egemen Bağış, Muammer Güler ve Erdoğan Bayraktar- hakkında hazırlanan fezlekelerin meclise gelmesi üzerine Başbakan'ın, bu bakanların Yüce Divan'da aklanmalarını istediği, Cumhurbaşkanı'nın ise anayasa mahkemesine güvenmediği ve bunun “Paralel Yapının bir oyunu” olduğunu düşündüğü iddia edildi.

3.      Şeffaflık Paketi: Tüm siyasilerin mal bildiriminde bulunmasının yanı sıra bakanlıklarla belediyelerin imar kararlarında bazı düzenlemeler yapılacaktı. Davutoğlu tarafından paket kamuoyuna açıklandı. Ancak Cumhurbaşkanı'nın bundan haberi olmadığı ve bazı AK Partililer ile görüştüğü, onlara bunun doğru olmadığını ilettiği ileri sürüldü.

4.      Çözüm Süreci Dâhilinde Yapılan Dolmabahçe Açıklaması: Cumhurbaşkanı Erdoğan, böyle bir gelişmeden haberdar olmadığını ve gerek yapılış tarzını gerekse de yapılan açıklamanın içeriğini doğru bulmadığını belirtti.

5.      Koalisyon Hükümeti: 7 Haziran seçimlerinden sonra AK Parti'nin tek başına iktidar olmaması sonrasında Davutoğlu'nun koalisyon kurulmasından yana olduğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ise yeniden seçime gidilmesinden yana olduğuna dair iddialar ortaya atıldı.

6.      Eylül MKYK'sı: Hem Cumhurbaşkanı'nın hem de Başbakan'ın MKYK listelerini kendilerine yakın kişilerden oluşturmak istediği dile getirildi.

7.      Başkanlık Sistemi: Diğer görüş ayrılıkları kadar olmasa da, Cumhurbaşkanı'nın Başkanlık sistemine derhal geçilmesi gerektiğini her fırsatta dile getirmesine rağmen Davutoğlu başkanlığındaki hükümetin bunu ağırdan aldığı iddia edildi.

8.      Akademisyenlerin Tutuklu Yargılanması: İmzaladıkları bildiri ile PKK'ye karşı yürütülen operasyonları eleştiren akademisyenlerin tutuklu yargılanmasıyla ilgili Başbakan Davutoğlu, akademisyenlerin tutuksuz yargılanmalarından yana olduğunu belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, eğer yargı suçlu olduklarına hükmettiyse kim olduklarına bakılmaksızın akademisyenlerin de tutuklu yargılanmasından yana olduğunu belirtti.

9.      Çözüm Süreci'ne Dönülebileceği Açıklaması: Başbakan Davutoğlu'nun “PKK 2013 Mayıs şartlarına dönülürse her şey konuşulabilir” açıklaması, operasyonların kararlılıkla devam ettirilmesi gerektiğini düşünen Cumhurbaşkanı'nda rahatsızlık yarattığı dile getirildi. 

10.   AB İle Yapılan Mülteci Anlaşması: Anlaşmanın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son halinden haberdar olmadan gerçekleştirildiği ve zaten Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde varılan mutabakatın iyileştirilmesinden ibaret olduğu ifade edildi.

11.   MKYK'nın Teşkilatları Atama Yetkisinin Geri Alınması: Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen MKYK üyeleri, 29 Nisan 2016 tarihinde AK Parti MKYK'sının teşkilâtları atama yetkisini geri almasına dönük bir girişimde bulundu. Bu girişimin, Genel Başkan Davutoğlu'na karşı bir “muhtıra” olduğu ileri sürüldü.

Yukarıda belirtilen görüş ayrılıkları, Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki ilişkilerin istenilen ölçüde uyumlu olmamasından kaynaklandığına dikkatler çekilmektedir. Zira Davutoğlu göreve ilk başladığında Erdoğan'ın gölgesinde kalacağı, onun belirleyeceği çerçevenin dışına çıkamayacağı iddia edilmişti. Davutoğlu başbakanlığındaki hükümetlerin 20 aylık icraatları boyunca söz konusu iddialar tartışma konusu olmaya devam etti. 2014 yılında Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesinin ardından ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tutumuyla “fiili olarak yarı başkanlık sistemine” geçildi. Bu durumun devlet yönetiminde bir “çift başlılık” meydan getireceği ileri sürüldü. Uygulamalara bakıldığında Davutoğlu'nun aklından geçenin “Güçlü Cumhurbaşkanı Güçlü Başbakan” modeli olduğu yönünde kayda değer bir izlenim oluştu. Bu husus, Erdoğan'ın devlet yönetiminde tasarladığı “tek başlılığa” aykırı bir durum oluşturdu. Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yakın aktörlerin parti içi çekişmelerinin de mevcut neticenin oluşmasında etkili olduğu düşünülse de, asıl etkenin bu “ters düşme” durumu olduğu söylenebilir.

Öte yandan dış politika konusunda da Başbakan Davutoğlu'nun “daha yumuşak” bir politikadan yana olduğu iddia edilse de, güvenilirliği tartışılır söz konusu “Pelikan Dosyası”nda Suriye politikasından Davutoğlu sorumlu tutulmakta; Davutoğlu'nun Suriye sorununun altı ayda biteceği kanaatinde olduğu iddia edilmektedir. Buna rağmen, dış politikada hangi konularda Erdoğan ile ayrıştığı tam olarak bilinmemektedir. Özellikle Davutoğlu'nun “uçak krizi” dâhil Rusya politikasındaki rolü ve başbakanlık görevinden ayrılmasının Türkiye- Rusya ilişkilerine ne gibi etkilerinin olacağı konunun “meçhul” yönleri arasındadır.

Sürecin işleyişinde ve malum şekilde sonuçlanmasında, ithamlar yöneltilen gazetecilerin bu neticenin oluşmasında etkin konumda olmaktan ziyade “teşvik edici” konumda oldukları düşünülebilir. Ancak arka planda cereyan eden anlaşmazlıkların, bu gazeteciler aracılığıyla kamuoyunu yönlendirme amaçlı yansıtıldığı da bilinen bir durumdur.

Davutoğlu'nun görevi bırakma biçimi, Batı medyasında da ilgi görmüştür. Batı medyasının, konuya ilgisinin ve Davutoğlu'nun görevi bırakma usulüne getirdiği eleştirilerin arka planında Davutoğlu'nun dış politika yaklaşımlarının mı, yoksa Türkiye'deki iç siyaseti çeşitlendirme ve parçalamaya yönelik hesapların mı etkili olduğu tartışmalı bir husustur.

Erdoğan ve Davutoğlu arasında yaşandığı iddia edilen gerilimlerin Davutoğlu'nun dışa kapalı ve dar bir danışman kadrosuyla çalışmasından kaynaklandığı da belirtilmektedir. Özellikle hükümetin dışında ama AK Parti üzerinde etkili olan bazı kuruluşların bu iddiaları dile getirerek, Davutoğlu'nun başbakanlıktan ayrılma kararında psikolojik bir ortam oluşturdukları düşünülebilir.

Sonuç itibariyle, kimin AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olacağı merak uyandırsa da; bu isim kim olursa olsun -en azından Cumhurbaşkanı Erdoğan görevde olduğu sürece- onun bugünden sonra “düşük profilli başbakan” olacağı kesinleşmiştir. Göreve gelecek başbakanın bir tür “devlet başkanı yardımcısı” görevinde olacağı açıktır. Henüz anayasal zemini oluşturulmamış bu dönemi, “Başbakanlık'tan Devlet Başkanlığı Yardımcılığına geçiş” olarak adlandırmak mümkündür. Zira başbakanlık görevinde bulunacak şahsın aranan en önemli vasfı, Cumhurbaşkanı ile uyumlu çalışması olacaktır. Bunun mevcut durumda anayasal olarak “bakanlar kurulunda eşitlerin birincisi” görünse de, devletin yükünün önemli bir bölümünü yüklenen başbakanlık makamı ile ilgili ne tür neticeler doğuracağı, anayasa değiştirilmediği sürece belirsizliğini koruyacaktır.

Bütün bu gelişmeler, Türkiye'nin bir sistem belirsizliği yaşadığını göstermektedir. Bu durum, gerek bölgesel koşullar gerek mevcut tarihi süreç açısından kabul edilebilir değildir. Bunun iç ve dış politikada ne tür sorunlara yol açacağı ve uluslararası güçlerle hayallerinden vazgeçmedikleri bilinen yerel derin odakları nasıl harekete geçireceği meçhuldür. Siyasi şahsiyet ve kesimlere düşen, geniş bir mutabakat ile yeni bir anayasa yapıp güçlü ve adil bir siyasi mekanizma ortaya koymaktır.

Analizi PDF Formatında İndirmek İçin Tıklayınız.