İletişim Bilgileri     Arama

Anlaşılmama, Yanlış Anlaşılma ve Kasıtlı Yanlış Yorumlanma Karşısında Seyyid Kutup

  • Anasayfa
  • Analiz
  • Anlaşılmama, Yanlış Anlaşılma ve Kasıtlı Yanlış Yorumlanma Karşısında Seyyid Kutup
Anlaşılmama, Yanlış Anlaşılma ve Kasıtlı Yanlış Yorumlanma Karşısında Seyyid Kutup

Anlaşılmama, Yanlış Anlaşılma ve Kasıtlı Yanlış Yorumlanma Karşısında Seyyid Kutup

Dr. Abdulkadir Turan

Kanaatimce Seyyid'in her âlimde bulunabilecek görüşleri bir yana bırakıldığında onun temel fikriyatı, İslam'ın bir sosyal adalet nizamı olduğudur.

Seyyid, kendi gününe kadar söylenmiş meseleler konusunda yeni bir şey getirmiyor. İslam'ın çözülmüş sorunlarını yeniden açmıyor. Kendisinden önce yazılanları tahlil ediyor ve onlar arasında bir tercih yapıyor.

Bu noktada hiçbir mezhebin ve meşrebin mutlak saliki değildir. Hangi görüşü tercih edilebilir bulursa onu çekinmeden dile getiriyor. Ancak nihayetinde kendisi asrın bir âlimidir. Asrı okuyor ve asrın kavramları içinde İslam'ın baştanbaşa bir sosyal adalet olduğu sonucuna varıyor.

Ona göre İslam'da insanî eşitlik, vicdan özgürlüğü ve mutlak adalet vardır ve bunların hiçbiri güncel ideolojilerdeki anlamı ile yoktur.

Seyyid'in bu ana görüşü dışındaki bütün görüşleri kanaatimce teferruattır ve sadece bu görüşe hizmet eden yardımcı görüşlerdir.

Seyyid, Kur'an, hadis ve fıkıh ilimlerine vakıf olduğu gibi İslam tarihine de vakıftır. Seyyid, günün ideolojilerine bakıp hiçbirinin İslamî olmadığına açıkça hükmetmekte ve bu hükmünün gerekçesini ortaya koymaktadır.

Bu dönemde, İdeolojiler bir kenara bırakılınca çağının akımı olarak geriye “toplum hâkimiyeti” kalmaktadır. 

“Toplum hakimiyeti”nin bir tür “adil hakimiyet” olarak kabul gördüğü, doğruların toplumun kabulü ile belirlemenin mutlak doğru olarak öne sürüldüğü bir çağda Seyyid, Kur'an, hadis ve fıkıh ışığında gününün Müslüman toplumunu inceliyor ve bu toplumun tarif edilen ve ilk örneği Asr-ı Saadet'te görülen toplum olmadığını, bu toplumun cahiliye toplumuna daha çok benzediği hükmüne varıyor.

Bu hükümle aslında toplumu reddetmiyor, mevcut toplumu hakem seçilecek toplum olarak görmüyor, değiştirilmesi gereken bir toplum olarak belirliyor ki kendisi esasen toplumun bir inşa olduğuna inanıyor.   

Seyyid, ideal bir toplumun üretilmesinde mutlak bir şekilde İslam'ın esas alınmasından yanadır, her tür sentezciliğe karşıdır.

Ona göre, ortada çok net bir program vardır ve programın uygulama örneği de mevcuttur. O hâlde yapılması gereken bu programın başarıyı getireceğine inanmak ve onu uygulamaktır. Bu programa inananlar için onu icra etmek zor değildir.

Bu programa göre önce örnek insanlar yetiştirilir, bunlar İslam cemaatini teşkil eder sonra bu İslam cemaati toplumu değiştirmek üzere seferber olur, toplumun vicdanını İslam'a yöneltinceye kadar davet ve mücadelede bulunur. Bu uğurda cenneti hedefleyerek bütün her tür fedakârlığı gösterir ve nihayetinde zafere erer.

Müslümanlar yeter ki kafalarını bulandırmasınlar; Kur'an ve sünnete önyargısız, Allah'ın mutlak hâkim olduğu, tartışılan konunun mutlaka Allah ve Resulüne götürülmesi gerektiği konusunda anlaşsınlar…

Bu İslam tarihinin, Müslüman birikiminin reddini gerektirmez; aksine Müslüman birikiminden de yararlanmak gerekir. Bunun için Batı'nın tarih anlayışı ve yabancı felsefe yaklaşımı bir kenara bırakılmalı, Müslümanlar, kendi tarih anlayışları ve düşünüş tarzları ile tarihe, düşünüşe, edebiyata ve toplumsal birikime bakmalılar, tecrübelerini onunla derlemeliler.

Ona göre, fizik, kimya gibi ilimlerde yetkin Müslüman varsa ondan yararlanılır yoksa dışarıdan istifade edilir. Ama beşeri ilimler, dışarıdan öğrenilmez, Müslümanlar, derhal kendi beşeri ilimlerini inşa etmeliler, kendilerine ait bir dünya kurmalılar.

Seyyid Kutup, bu görüşleri henüz 1948'de İslam'da Sosyal Adalet'te dile getirmiştir. Yoldaki İşaretler'de bu görüşleri sadece bir tür anayasa, bir tür manifesto gibi özce vermiştir. Onun 1948'den 1964'e kadar ki yolculuğunda görüşlerine eklediği yegâne görüş ise İslam'da Sosyal Adalet'te değinmediği başarıya ulaşma yoludur.

Seyyid, İslam'ın sentezlenmesine karşı çıktığı gibi kendi gününün tecrübe ve gerçeğine de bakarak Müslümanların önce kendileri olmaları, başka örgütlenmelerin gölgesinde kalacak şekilde başka yapılara örgütlenme bağlamında yamanmamaları gerektiği vurgusu yapmıştır. Bu bağlamda tefsirinin adının Fizzilâli'l-Kur'an olması da manidardır.

Zannederim, en çok bu konuda bütün İslam âlemini etkileme gücüne ulaşmıştır. İslam'da sosyal adalet, galiba günün Müslüman önderliğine ağır gelmiş, ayrışma ise kolayca kabul görmüştür.

Seyyid'in bu görüşünün en başarılı örneği, Türkiye'dir. Gerek Necmettin Erbakan gerek genç Müslümanlar, 1970'lerden itibaren “Biz, kendimiz olarak var olmasak anlaşılmayacağız, bir yere varmayacağız” sonucuna vardılar ve bunu genelde tatbik ettiler.

Sol'dan zaten uzaktılar ama bu öğreti ile yollarını Sağ'dan da ayırdılar ve zamanla Sağ'ın liderliğini içine alacak büyüklüğe ulaştılar.

Hâlbuki Seyyid öncesi Müslümanlar, İslam âleminin neredeyse bütününde başkalarının önderliğine sığınmış durumdaydılar. O sığınma hâle devam etseydi hiçbir zaman İslamî partiler, sendikalar ve diğer kuruluşlar oluşmazdı. İslam Konferansı Teşkilatı'nın kuruluşu bile Seyyid'in görüşlerinin bir karşılığı olarak görülmelidir. Kuruluş, dünyadan ayrı bir yol edinmekle Seyyid'in görüşlerine uygundur, ayrıca kurucu fikir sahibi Melik Faysal da Seyyid'den en çok yararlanma iddiasındaki devlet adamıdır.