ABD Stratejileri İle Türkiye'nin Hassasiyetleri Arasında
Suriye'nin mühim bir noktasını teşkil ettiği İslam coğrafyasının parçalı tutulması, Batı'nın en önemli stratejisidir. ABD, Suriye'de bu stratejiyi etnik ve mezhepsel ihtilaflar üzerinden gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
ABD'nin etnik ve mezhepsel ihtilaf ve çatışmalara bu stratejisi doğrultusunda yüklediği anlam, bölge ülkeleri için imkân ve sorun olmak üzere iki zıt yön taşıyor.
Suriye'de etnik ve mezhepsel çatışmalar, bölge ülkelerine bu zemin üzerinden müdahale ve Suriye'de alanlarını genişletme imkânı tanıyor. Dolayısıyla Suriye iç savaşı, ilk bakışta bölge ülkeleri için alanlarını genişletecekleri bir imkân sahası sunmuş görünüyor; aynı zamanda bölge ülkelerine müdahil olmadan çıkarlarını koruyamayacakları kanaatini oluşturan bir sorun sahası da icat ediyor. Ancak Bölge ülkeleri bu sahaya açıldıklarında bazı imkânlar ve dolayısıyla çıkarlar sağlama yönünde iç kamuoyunu da tatmin eden bazı ilerlemeler sağlasalar da zamanla kendilerini sorunlar yumağı içinde buluyorlar. Sorun, bizzat kendi varlıklarına dönüyor; varlıklarını tehdit edecek boyuta doğru tırmanıyor. Zira Batı Suriye konusunda onların kazanımlarını aleyhlerine dönüştürecek, Suriye üzerinden kazandıkları itibarı itibarsızlığa ve yalnızlığa sürükleyecek, nihayetinde iç birliklerini tehdit edecek müdahalelerde bulunuyor ve bölge ülkelerinin gücü bu müdahaleleri bertaraf etmeye yetmiyor.
Suriye sorunu, İslam ülkelerinin etnik ve mezhepsel bariyerleri aşarak ve bu konuda dış güçlerle kurdukları ittifakları bir başarı olarak görmekten vazgeçerek çözülebilir.
Suriye'de etnik ve mezhepsel her tür politika, kimin tarafından ihdas edilirse edilsin, nihayetinde emperyalist güçlere hizmet etmektedir. Bütün taraflar, 2011'den bu yana yaşananlardan bu yönde ders çıkarmış olmalıdır.