15 Temmuz Sonrası Türkiye'nin Operasyonel Gücü ve Fırat Kalkanı Harekâtı
15 Temmuz darbe girişiminden sonra askerî operasyonel gücü sorgulanan TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri), 24 Ağustos sabahının erken saatlerinde, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adlı yapılanmaya bağlı kuvvetleri sevk ve idare ederek DAİŞ'in elindeki Cerablus'a yönelik, hâlen devam eden ve “Fırat Kalkanı” adı verilen bir operasyon başlattı.
Operasyon, Gaziantep'in Şahinbey ilçesinde bir düğüne yönelik düzenlenen ve elliden fazla kişinin yaşamını yitirdiği, yaklaşık yüz kişinin de yaralandığı bombalı saldırıdan sonra yapıldı. Şahinbey saldırısının Gaziantep'in Karkamış ilçesinden başlatılan bu operasyon için ortam hazırladığı düşünülse de, operasyon hazırlığının Rusya ile yaşanan krizin öncesine dayandığı artık gün yüzüne çıkmıştır.
Türkiye, Eylül 2013'teki Kobani vakasından bu yana bir DAİŞ problemi ile yüz yüzedir. O tarihten bu yana DAİŞ, zaman zaman Gaziantep-Kilis sınır hattındaki yerleşim alanlarına yönelik roket atışları yapmaktadır. Bununla birlikte DAİŞ, örgütsel olarak üstlenmese de, Türkiye'de Haziran 2015'ten bu yana Suruç, Ankara Garı, Sultanahmet, İstiklal Caddesi, Atatürk Havalimanı ve son olarak Gaziantep'teki düğüne yapılan saldırıda yaklaşık 265 can kaybı ve 1256 kişinin yaralanmasıyla neticelenen bir dizi intihar eylemi düzenledi. Bu eylemler, Türkiye'nin siyasi istikrarına, dışarıdaki itibarına ve özellikle turizme dayalı ekonomisine büyük zarar vermektedir. Ancak Türkiye'nin DAİŞ'le yaşadığı problem, sadece bu eylemlerin yol açtığı görünür zararla izah edilemeyecek bir düzeydedir.
Öte taraftan Türkiye, PKK'nin Suriye kanadı PYD'nin hangi ad altında olursa olsun, Suriye'nin kuzeyinde özerk veya yarı özerk bir hâkimiyet alanı oluşturmasını kendi güvenliği açısından tehdit olarak kabul etmekte, Suriye'deki iç savaşa müdahale etmesini de daha çok PYD'nin faaliyetleri ile açıklamaktadır. Özellikle PYD'nin hâlihazırda birleştirilmiş olan Kobani ve Cezire kantonlarını Cerablus'u ele geçirerek Afrin kantonuyla birleştirme ihtimali ve Suriye'deki muhalifler açısından Cerablus'un önemi, Türkiye'nin müdahalesinin arka planındaki önemli nedenlerdendir.
DAİŞ, Suriye'nin kuzeyindeki faaliyetleri ile PYD'nin varlığı ve yayılması için uluslararası güçler nezdinde meşruiyet zemini oluşturmakta, PYD'nin gerek Suriye-İran-Rusya gerek ABD ve kimi Avrupa devletleri tarafından varlığı kabullenilecek, desteklenecek ya da müttefik kabul edilecek bir güç olarak görülmesini sağlamaktadır. DAİŞ'in bu sahadaki her faaliyeti, özellikle ABD'nin son yıllarda Türkiye'ye karşı yürütmek istediği ama açıkça ifade edemediği politikalarını PYD üzerinden uygulamaya koymasına vasıta olup imkân sunmaktadır. Ancak Türkiye'nin son yıllardaki siyasi duruşunu değiştirmek için ABD ve kimi Avrupa devletlerinin mevzuatları, konjonktürel olarak PKK'yi açıkça desteklemeye uygun değildir. Türkiye'yi tamamen kaybetmek istemeyen bu güçler, PKK'yi açıkça desteklemenin Türkiye'de oluşturacağı infiali zamana yayılmış politikaları için de uygun bulmamaktadırlar.
DAİŞ'in Suriye'nin kuzeyindeki varlığı, faaliyetleri ve buna karşı PYD'nin DAİŞ'e karşı savaşan tek güç olarak kendisinden söz ettirmesi ABD'nin PKK'ye vermek istediği desteği, PKK'nin Suriye yapılanması PYD üzerinden yapmasını kolaylaştırmakta; ABD, Türkiye'yi hizaya getirmek istedikçe DAİŞ'le mücadele kisvesi altında PYD'nin sahasını genişletmektedir.
Türkiye, Suriye iç savaşı içinde PYD'nin karşısında duracak bir güç oluşturamamış, savaşın ilk döneminde temas kurduğu ya da kurmaya çalıştığı örgütlerden ÖSO, kayda değer bir varlık ortaya koyamamış, en-Nusra, Ahraru'ş-Şam gibi örgütler uluslararası sistem tarafından terör örgütü ilan edilmiştir. Türkmenlerin ise siyasi ve askeri örgütlenmeleri PYD'yi engellemekte yetersiz kaldığı gibi Türkiye'nin Türkmenleri askeri olarak donatması da Suriye savaşındaki yerel ve uluslararası güçler tarafından onaylanabilecek girişimler içinde değerlendirilmemiştir. Hatta Türkmenlere yönelik destek, DAİŞ'e veya en-Nusra'ya dolaylı bir destek olarak görülmek istenmiştir.
DAİŞ, PYD'ye karşı koyan sahadaki tek güç olsa da, ideolojisi ve eylem biçimiyle Türkiye açısından işbirliği yapılabilir bir güç olmaktan uzaktır. Buna rağmen, Türkiye'nin son yıllardaki siyasi duruşundan memnun olmayan güçler, Türkiye'yi zaman zaman DAİŞ'e yardım etmekle itham etmekte; bu hususta PKK ve FETÖ'nün öne sürdüğü argümanlara önemli ölçüde itibar ettiği görülmektedir.
Türkiye, bir yandan DAİŞ eylemlerinden dolayı seyahat edilmeyecek ülkeler arasına alınarak ekonomik kayba uğrarken, DAİŞ'e yardım etme ithamı ile uluslararası kamuoyunda itibar kaybına uğratılmaktadır. 15 Temmuz darbe girişimi için dış kamuoyunda oluşturulan zemin de bunun üzerine bina edilmiştir. Zira Türkiye, DAİŞ'e destek veren bir ülke olarak tanıtılarak darbe meşru gösterilmeye çalışılmıştır.
Gelinen süreç ve muhit itibariyle Türkiye'nin Cerablus'a yönelik başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtının DAİŞ ile ilgisinin dolaylı olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye, Suriye'de tarif ettiği çıkarlarına aykırı bir genişleme içinde gördüğü PYD'nin büyümesine yol açan DAİŞ'i vurarak aslında PYD'yi vurmak istemektedir. Nitekim Başbakan Binali Yıldırım, yanlış bir söylem içinde PYD ile Kürtleri özdeşleştirerek operasyonu, Türkiye'nin “Kürt Koridoru”nu engelleme isteği ile açıklamıştır.
Başbakanın kullandığı “Kürt Koridoru” kavramsallaştırmasının, Kürtleri PYD ile özdeşleştirilme mahiyetinde olduğu söylenebilir. Gerek ulusal ve gerekse uluslararası görsel ve yazılı medyanın kayda değer çoğunluğu da, PYD'nin alan hâkimiyeti ihtirasını ve ideolojik emperyal çıkarlarını öteleyerek kendisini Suriye'de “Kürtlerin temsilcisi” olarak lanse etmektedir. Ancak tüm yerel ve küresel algı operasyonlarına rağmen, Suriye Kürtleri daha geniş bir perspektiften ve objektif bir bakış açısından değerlendirildiğinde farklı bir gerçeklikle karşılaşılmaktadır. Suriye'de yaklaşık iki milyon nüfusa sahip Kürtlerin, yaklaşık %70'i Türkiye başta olmak üzere mülteci konumundadır. Suriye'nin Kürt bölgesindeki aşiretlerin alan hâkimiyetleri de göz önünde bulundurulduğunda, geri kalan Kürt nüfusunun, -taktiksel ortaklıklar bir tarafta bırakılırsa- PYD tarafında yer almadığı bilinen bir durumdur. Buna rağmen küresel güçlerin emperyal emelleri, PYD'nin “Kürtlerin tek temsilcisi” olarak görünmesini gerektiğinden böyle bir algı oluşturulmaktadır.
PYD'nin DAİŞ üzerinden vurulması, PYD'ye karşı mücadele konusunda Türkiye'nin işini uluslararası sistem nezdinde kolaylaştırmakla kalmamış; Türkiye'nin DAİŞ'e destek verdiği yönündeki darbe destekçilerinin iddialarını da zeminsiz bırakmıştır.
Denebilir ki son dönemde Türkiye'ye dönük olumsuz her adımı DAİŞ üzerinden açıklama düzeneğine karşı Türkiye, Suriye'de atmak istediği her adımı Fırat Kalkanı harekâtında DAİŞ'i vurarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Operasyonun zamanlaması da oldukça önem arz etmektedir. Yerel, bölgesel ve küresel ölçekte konjonktürün müsait olması, operasyonun başarısını doğrudan etkilemiştir. Bu bağlamda operasyon, yerel ve bölgesel düzlemde Esad ve müttefiklerinin PYD'nin tamamen ABD'nin güdümüne girmesinden rahatsızlık duydukları bir döneme denk getirilmiş, daha doğrusu bu rahatsızlığın sağladığı zeminde gerçekleştirilmiştir.
Türkiye, ABD ile işbirliği içinde Suriye'ye yönelik yapamadığı askeri faaliyeti Rusya ile yakınlaşma içinde gerçekleştirme imkânı bulmuştur. Bu husus da, operasyonun küresel düzlemde nasıl bir denklemde icra edildiğini göstermektedir. Türkiye'nin kararlı tutumu karşısında ABD'nin Türkiye'yi tamamen kaybetme endişesi, operasyonda Türkiye'nin yanında görünmesini veya nihayetinde Türkiye'nin böyle bir operasyon yapmasının önüne geçmesini engellemiş görünmektedir.
Operasyondan bir gün önce Mesud Barzani'yi Ankara'da ağırlayan Türkiye, DAİŞ'e karşı Musul'da yürütülen operasyonun içinde yer aldığını dolaylı da olsa ilan etmiş; Fırat Kalkanı'yla da Suriye'de varlık göstermiştir. Böylece darbe sonrasında bölge siyasetinin daha düşük profilli bir katılımcısı olacağı yönündeki sanıları geçersiz kılmıştır. Aynı zamanda iç kamuoyuna ordusunun hâlâ ayakta olduğu mesajını vermiş, orduya dönük halkta oluşan olumsuz bakışı düzeltme yoluna girmiştir. Operasyondaki ÖSO güçleri ise sadece harekâtın Suriye topraklarına yönelik bir istila olarak algılanmasını engellemeye dönük bir işlev görmüştür. Bu güçlerin bundan sonra Suriye yapılanması içinde nasıl bir varlık göstereceği de belirsiz bir durumdur.