Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM), 29.02.2020 tarihinde Araştırmacı-Yazar Müfid Yüksel'in katılımıyla “Geçmişten Günümüze Balkanlarda İslâm” konulu seminer etkinliği düzenledi.
Sözlerine Balkanların kapsadığı coğrafyayı açıklayarak başlayan Yüksel: “Balkan dediğimiz yer şuan içinde bulunduğumuz İstanbul'un Avrupa yakasından başlayan ve Tuna nehrine kadar olan coğrafyayı kapsayan alandır. Osmanlı buraya Rumeli diyordu. Rumeli adlandırması da Roma'dan geliyor. Roma İmparatorluğu'nun hâkimiyeti altında olan veya etkisi altında kalan yerlere Rumeli denmiştir. Diyarı Rum, Bilad-i Rum tamlamaları da buradan doğmuştur. İslam literatüründe ise Kur'an'ı Kerim'de “ğulibetir rum” diye geçer. Dikkat ederseniz oradan gelen bir adlandırma da var. Eskiden Diyarı Rum, Bilad-i Rum Şam'dan başlardı ama fetihler yapıla yapıla bu geriye doğru çekilmiştir. Örneğin Kürtler yakın bir zamana kadar bile Kayseri'nin batısında kalan yerlere Rum diyarı derlerdi. Bu tür adlandırmalar normaldir. Mevlana Celaleddin aslen Afgan kökenlidir, ancak gelip Konya'ya yerleştiği için Celaleddin-i Rumi denmiştir, çünkü oralar o zaman Rum diyarı olarak bilinirdi.” diye konuştu.
Konuşmasının devamında Osmanlı'nın kuruluş aşamalarını ve Balkanların fetih sürecini aktardıktan sonra Osmanlı'nın Rumeli ve Anadolu olmak üzere iki kanadının olduğunu, Ankara Savaşı'yla beraber Anadolu kanadının kırıldığını böylelikle Osmanlı'nın Rumeli merkezli bir devlet haline geldiğini belirten Yüksel, Balkanların Osmanlı için taşıdığı öneme dikkat çekerek konuşmasına şöyle devam etti: “Osmanlı devletinin kuruluş devirlerinden beri imparatorluğun varlığında/kaderinde Balkanlar/Rumeli başat rol oynamıştır. 1402'de Yıldırım Bayezid ile Timurlenk arasında cereyan eden Ankara Savaşı deneyimi, Balkanların Osmanlı'nın merkez hinterlandı haline gelmesine yol açmış, bu coğrafyayı Osmanlı ülkesinin beyni konumuna sokmuştur. Osmanlı'nın merkez hinterlandı Bursa'dan Tuna'ya ve buradan Adriyatik'e uzanan bir bölge olduğu gibi, sadrazam dâhil saray bürokrasisinin de belkemiğini oluşturmuştur. Osmanlı Devleti Balkanlar ve Doğu-Orta Avrupa'da ilerleyip, güçlü olduğu devirlerde parlak ve yükselme dönemini yaşamış, artık Tuna boylarının ötesine geçemediğinde ise duraklama, gerileme ve dağılma dönemlerine maruz kalmıştır. Bu anlamda, Osmanlı devletinin yükselme, duraklama, gerileme ve dağılma dönemlerinin temel belirleyeni Rumeli/Balkan coğrafyasındaki konumu olmuştur. Balkan coğrafyasındaki yenilgilerle ve bu coğrafyanın (Rumeli) 1912 Balkan Savaşları neticesinde Edirne'ye kadar kaybıyla Osmanlı Devleti beyninden vurulmuştur.
Balkanlar ve Doğu Avrupa, Osmanlı'nın/İslam Dünyası'nın batıya uzanan ucu, aynı zamanda Roma merkezli Hristiyan dünya/Batı Avrupa ile karşı karşıya geldiği bölge konumundaydı. Osmanlı'nın duraklama ve gerilemeye yüz tutması ile Batı Avrupa'nın yükselişi birlikte cereyan etmiştir. Osmanlı Balkanlar/Rumeli'de gerilemeye ve toprak kaybına maruz kaldıkça, Frenk Diyarı denilen, Batı Avrupa güçlenmiş ve güçlenmenin başladığı 18. Yüzyıl'dan itibaren Osmanlı Batılılaşmasının da başlangıcını teşkil etmiştir. 19. Yüzyıl'da hızlı dağılma süreci ve bununla paralel olarak gelişen reform ve batılılaşma hareketleri, özellikle Tanzimat sonrasında başlayıp, 1912 Balkan Savaşı ile Edirne'ye kadar tüm Rumeli/Balkan topraklarının kaybına kadarki süreç, aynı zamanda Osmanlı hanedanının/devletinin Birinci Dünya Harbi akabinde sonunu getirmiştir. Gerileme ve dağılma döneminde gelişen batılılaşma zihniyeti, İttihat-Terakki İdaresi'nde iyice olgunlaşıp Rumeli ve Ortadoğu'ya sırtını dönmüş, Anadolu'ya hapsolma ile neticelenmiştir.”
Cumhuriyet dönemindeki Balkan politikasına değinen Yüksel: “Bugün Türkiye'de başta Arnavut ve Boşnak olmak üzere yoğun bir Balkan nüfusu var. Bu nüfusun bir kısmı Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında buraya getirilerek oralar Müslüman nüfustan arındırılmış. Bunun yanında getirilen nüfusta sekülerleşme lehine kullanılmıştır. Böyle birbiriyle zıt iki durum oluşmuş.” dedi.
Son olarak Müslümanların Balkanlardaki genel durumuna değinen Yüksel: “ Arnavutluk ve Bosna Hersek seyahatlerim de gittiğim camilerin çoğunda gençlerin çoğunlukta olduğunu gördüm. Cami cemaatinin birkaç yaşlı dışında tamamını gençler teşkil ediyor. Oralarda aktif medreseler var. Arnavutluk'ta altı, Bosna Hersek'te dört tane medrese var. Oraya giden insanımız oradaki tarihi yapılara bakarak sadece ecdadın yaptığı faaliyetlerle övünüyor. Ancak artık bunun ötesinde oralarda neler yapılır, nasıl projeler geliştirilebilir diye düşünmemiz gerekir.” diye konuştu.
Seminer soru ve cevap bölümünün ardından sona erdi.