Strateji Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM), 18 Kasım 2017 Cumartesi günü Sosyolog-Yazar Müfid Yüksel'in katılımıyla “Bölgesel Gelişmeler Bağlamında Türkiye'nin Dış Politikası” konulu seminer etkinliği düzenledi.
Konuşmasına, İslâm âleminde yaşanan bazı gelişmelere değinerek başlayan Müfid Yüksel, ilk olarak Irak Kürdistan Bölgesi'nde yapılan bağımsızlık referandumunu ele aldı. Yüksel, Irak Kürdistanı'nda Mesud Barzani'nin bitirilip yerel bir unsur olarak meşrulaştırılan PYD üzerinden Irak ve Suriye'de kartların yeniden çıkarıldığını, bölgenin yeniden dizayn edilmeye çalışıldığını belirterek şöyle konuştu: “Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, bağımsızlık referandumu için aceleci davrandı, bu konuda hata etti. Dışarda PYD, içerde Goran ve KYB baskıları karşısında zemin kaybetme endişesiyle bağımsızlık referandumunu karşı hamle olarak gerçekleştirdi. ABD'nin ve İsrail'in kendisinin arkasında duracağını zannetti fakat yanıldı. Türkiye meseleye milliyetçi reflekslerle yaklaşarak doğru okumalar yapmaktan mahrum kaldı. ‘Kerkük Türklerindir' yaklaşımı bölgeyi doğru okuyamamaktan kaynaklanmaktadır. Zira Kerkük'teki Türkmenlerin çoğu Şii'dir ve Ayetullah Sistani'ye bağlı olduğunu deklare etmektedir. Yaşanan gelişmeler bölgede İran'ın nüfuzunun artmasıyla sonuçlanmıştır.”
Türkiye'nin bölgeyle ilgili siyasetinde başarılı olamadığını belirten Yüksel, “Türkiye elinde bulunan kartları doğru zamanda ve doğru yerde kullanamadığı gibi kendisine hareket alanı açacak, yeni kartlar oluşturacak adımlar atma noktasında da yetersiz kalıyor. Türkiye'nin başarılı bir dış siyaset yürütememesinin en büyük sebebi, uzun vadeli hedefler koymak yerine anlık hareket ederek hemen kazanmayı istemesidir ki bu da mümkün değildir. ‘Komşularla Sıfır Sorun' siyasetinden, ‘Sıfır Komşuya' gelmiş durumdayız. Mayınlar temizlendi ama duvarlar örüldü. Sadece Irak ve Suriye'ye dönük değil, Balkanlarla ilgili politikalarında da Türkiye uzun soluklu adımlar atmaktan kaçınıyor. Bugün Balkanlarda Türkiye'nin irtibat halinde olduğu dinî kurum neredeyse yok gibi. Hâlbuki oralardaki birçok dinî kurum -mescidler ve tekkeler- İran ve Suudi gibi bölgesel güçler tarafından finanse edilmekte, bu durum onlara orada hareket imkânı sağlamaktadır. Türkiye, milliyetçiliğin yanında izlediği laik politikalardan dolayı herhangi dinî bir kurumla kalıcı ilişki tesis edememekte ve bu alanda yatırım yapamamaktadır.” diye konuştu
Konuşmasında Suudi Arabistan'da yaşanan olaylara da değinen Sosyolog Müfid Yüksel, Suudi Arabistan siyasetinin üzerinde işlediği dengelere, Suudi'nin bugününe ışık tutacak tarihî arka planına ilişkin önemli bilgiler verdi. Suudi Arabistan toplumsal yapısının güçlü aileler ve imtiyazlı aşiretler arasında refah paylaşımına dayalı bir denge üzerinde durduğunu aktaran Yüksel “Suudi Arabistan devleti bildiğimiz gibi tek hanedandan oluşan bir devlet değildir, Suudi Arabistan'ın toplumsal yapısı beş basamak/halka üzerinde kuruludur. Bunlar, ‘güçlü aileler, imtiyazlı aşiretler, vatandaşlar, mevalidler (orada doğanlar), mukimler (yerleşik olanlar)' şeklinde sıralanmıştır. Suudi ailesi en büyük aile olsa da başka birçok güçlü aile bulunmaktadır. Bugüne kadar petrol gelirlerinden elde edilen refah bu aileler arasında paylaştırılabildi. Ancak son dönemlerde, petrol fiyatlarının düşmesi, Suudi'nin Yemen'de saplandığı bataklık, ülke ekonomisinin büyük kısmının ABD'ye aktarılması gibi hususlar Suudi'nin durumunu zora soktu. Öte yandan bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen ABD'nin girişimleri ile yeni veliaht prens Muhammed bin Selman'ın attığı adımlar ve yaptığı operasyonlar, hem Suud ailesi içinde hem de diğer ailelerle Suud ailesi arasında çatlaklar oluşmasına sebebiyet verdi. Aile içinde ilk defa kan döküldü, bu durum kan davasına dönüşebilir.” dedi.
Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın dile getirdiği “Ilımlı İslâm” projesine ve bunun Suudi ailesi ile Şeyh ailesi olarak isimlendirilen Muhammed bin Abdulvehhab'ın ailesi arasında yol açabilecek ayrılığa değinen Yüksel, “Muhammed bin Abdulvehhab, Vehhabiliğin temeli olan fikirlerini yaymak için siyasî ve idarî desteğe ihtiyaç hissetti. Suudi ailesi bu desteği ona sağladı, böylece iki aile arasında dinî-siyasî denilebilecek bir koalisyon oluştu. Bu koalisyonla Suudi ailesi, Vehhabilik üzerinden meşruiyet devşirerek otoritesini Arap yarımadasının büyük kısmına genişletti. Bu esnada Şeyh ailesi de Arabistan'da büyük imtiyazlar elde ederek en güçlü ailelerden birisi oldu. Suudi'de bahsedilen ‘Ilımlı İslâm' projesi, İslâm Ümmeti'nin maslahatına olacak bir yaklaşımı değil, İslâm'ı özünden uzaklaştırmayı amaçlayan Batılı/Post-modern bir yaklaşımı ifade etmektedir. Böyle bir adımın atılması Suudi ailesi ile onun tarihi müttefiki Şeyh ailesini birbirinden uzaklaştırıp bu iki hanedan ailesini karşı karşıya getirecektir. Kendi içinde ve diğer ailelerle ters düşen Suudi ailesinin kaybedeceği egemenlik alanları -Hicaz Bölgesi dâhil- İran tarafından doldurulma ihtimali taşımaktadır. Türkiye'nin burada oluşacak boşluğu dolduracak, burada söz sahibi olmasını sağlayacak bir altyapısı yoktur. Bunun temel sebebi, diğer bölgelerde de olduğu gibi, Türkiye'nin dinî müesseselerden uzak durması ve uzun vadede etkinliğini arttıracak alanlara yatırım yapmasını önleyen kısa vadeli kolaycılık yaklaşımıdır.” şeklinde konuştu.
Katılımcıların ilgiyle dinlediği seminer etkinliği soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.