SDAM SEMİNER ETKİNLİĞİ:
“BATI BİLİM GELENEĞİNDE SEKÜLERİZMİN KUTSAL OLAN İLE ÇATIŞMASI”
Stratejik Düşünce ve Analiz Merkezi (SDAM), 30 Nisan 2016 tarihinde İstanbul Fatih'teki genel merkezinin seminer salonunda, “Batı Bilim Geleneğinde Sekülerizmin Kutsal Olan İle Çatışması” konulu seminer düzenledi. Semineri, İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünden Araştırma Görevlisi Siracettin Aslan gerçekleştirdi.
Her Medeniyetin İnşa Ettiği Bir Bilim Geleneği Vardır
İlgiyle takip edilen seminerde Siracettin Aslan, Batı ve İslam bilim geleneklerinin geçmişi, bugünü ve geleceği üzerine önemli bilgiler paylaştı. Her medeniyetin inşa ettiği bir bilim geleneğinin olduğunu ifade eden Aslan, medeniyetlerin ihtiva ettiği anlam dünyasının bilim geleneklerinde saklı olduğunu ve diğer unsurların da belirli düzeylerde bu durumdan etkilendiğini belirtti.
Avrupa-Batı Merkezli Bir Bilim Tarihi Anlatısı Gerçekleri Yansıtmamaktadır
Aslan, bilimin sadece “Avrupa-Batı merkezli” olarak ele alınmasının gerçekleri yansıtmadığına vurgu yaparak “Bilimin ve bilimsel gelişmelerin sadece Batı'ya endekslenerek izahı doğru bir yaklaşım değildir. ‘Yunan Mucizesi' olarak kavramsallaştırılan bu husus, gerçekleri yansıtmamaktadır. Zira medeniyetin ve bilim olarak nitelenebilecek etkinliklerin ana kaynakları arasında Mezopotamya ve Mısır gösterilmektedir. Antik Yunan ve daha sonra ve Batı bilim geleneği ise söz konusu yerlerdeki gelişmeleri daha sistematik hale getirerek gelişmesine katkı sunmuştur. Örneğin, Şâtıbî'nin fizik-evren teoremi, Batı dünyasında Kopernik ve Galileo'yu derinden etkilemiştir. Bu bağlamda bilim, insanlığın ortak birikimi ve mirası olarak görülmelidir” dedi.
Sekülerizm Batı'da Kilise Kurumuna Karşı Ortaya Çıkmış Bir Dünya Görüşüdür
Sekülerizmin, Reform ve Rönesans süreçlerinde Batı'nın toplumsal gerçeklerinden yola çıkılarak inşa edildiğini belirten Aslan, Batı'nın bu süreçte en büyük handikabının kendi bilim geleneği dışındaki her türlü söylemi “hurafe ve metafizik” olarak kodlaması olduğunu ifade etti. “Batı Ortaçağı'nda Kilise'nin dini anlama ve dünyayı anlamlandırma hususlarında tekelci bir konumda bulunmasına karşılık, bir süre sonra muhalefet rüzgârları esmeye başlamıştır. Söz konusu muhalefet ise yine ‘Kilise'nin içerisinden' gerçekleşmiştir. Bu süreç ilk etapta Martin Luther ve Kalvin gibi isimler üzerinden yürümüştür. Daha sonra ‘Protestanlık' olarak adlandırılacak bu akım, vahiy ve aklı birlikte ölçü kabul etmektedir. Ancak daha sonra Aydınlanma ile birlikte her şeyin ölçüsü sadece ‘insan ve akıl' olarak kabul edilmiştir.”
Sekülerizmin Felsefî Zemini Olan Aydınlanma ile Birlikte Akıl “Tanrısallaştırılmıştır”
Aslan, Batı'da Kilise kurumunun yalnızca “iman ile aklanma” iddiasına, Aydınlanmacıların sadece “akıl ile aklanma” ile cevap verdiğini belirterek, şunları söyledi: “Aydınlanma dönemiyle birlikte Hümanizm akımı güç kazandı. Özellikle de insan aklı her şeyin yegâne ölçüsü olarak öne sürüldü. Başka bir deyişle, sekülerizmin felsefî zeminini oluşturan Aydınlanma ile birlikte akıl adeta ‘tanrısallaştırıldı'. Antik Yunan döneminde Aristoteles'te de görülen mekanik bir doğa tasarımı ve deisttik yaklaşım Newton tarafından yeniden dolaşıma sokuldu. Diğer yandan, burjuva ve köylü sınıflar Kilise'ye karşı sosyal bir hareket başlattı. Fransız Devrimi ile beraber ise, sekülerizm zaferini ilan etti.”
Sekülerizmin Hedefi Birey ve Toplum Üzerinde Dinin Etkisini Tamamen Yok Etmektir
Batı'nın birey, toplum ve evren tasavvurunda sekülerizmin belirleyici bir konumda bulunduğunu vurgulayan Aslan, sözlerini şöyle tamamladı: “Batı dünyasında tarih boyunca aşırı iki uç mücadele halinde olmuştur. Ortaçağ'da Kilise'nin kendi din anlayışı dışındaki her görüşe karşı takındığı katı tutum, Aydınlanma sonrasında tepkisel bir şekilde dinin kendisine yönelmiştir. Sekülerizmin hedefi birey ve toplum üzerinde dinin etkisini tamamen yok etmektir. Yani sekülerizm, siyaset sahasında ‘din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması' olarak öne sürülen laiklik tanımlamasının ötesinde bir anlam barındırmaktadır. Bu bağlamda, sekülerizmin dünyayı, aklı ve bedeni merkeze alarak insan nutku üzerinde dinsel hiçbir ögenin tesir etmemesini amaçlamaktadır.”